Fight Club (1999)
Yazar: Erel Destan
02.09.2022
Anlatıcı Edward Norton, günlük hayatını kapitalist düzenin istediği gibi yaşamaktadır. İhtiyacı olmasa bile evine sürekli yeni mobilyalar, yeni yemek setleri almaktadır. Ancak süregelen uyku probleminden kurtulmak için çözümü terapi gruplarında aramaktadır. Ancak tanışacağı Tyler Durden ve Marla Singer isimli iki karakter hayatını kökten değiştirecektir.
Anlatıcı: Filmde adı hiçbir zaman geçmese de senaryoda kendisine “Jack” denilmektedir. Bu nedenle biz de ona bundan sonra Jack diyeceğiz. Jack büyük bir araba şirketinde çalışmaktadır ve hayatının çoğu yolculuklarda geçmektedir. Yolculuklarda kullandığı materyallerei ise “Tek kullanımlık” olarak nitelendirmektedir. Ezik karakterli biri olduğu söylenebilir, bu nedenle Tyler Durden onun olmak istediği erkek tipidir.
Tyler Durden: Çıktığı günden bugüne filmi seyreden neredeyse her erkeğin idolü ve olmak istediği kişi olarak nitelendirilebilir bu karakter. Yakışıklılığı, karizması, hayata bakış açısı ve fikirleriyle Jack de dahil birçok izleyiciyi etkilemeyi başarmıştır. Jack ile birlikte kuracakları Dövüş Kulübü’nde lider konumuna yerleşecektir ve toplumdaki bazı şeyleri değiştirmek için elinden geleni yapacaktır.
Marla Singer: Marla, aynı Jack gibi herhangi ölümcül bir hastalığı bulunmadığı halde terapi gruplarına gitmektedir. Kendisi de bir şekilde Tyler Durden ile tanışacak ve onunla ilişkiye girmeye başlayacaktır. Hayatın dibine vurmuş olduğundan dolayı Tyler’ın ilgisini çekecektir.
Şimdi filmden üç yıl önceye, 1996’ya gidelim. Chuck Palahniuk isimli yazar, yazdığı “Dövüş Kulübü” isimli kitaba kendi hayatından birçok şey katmıştır. Öncelikle Palahniuk tıpkı Jack gibi bir terapi grubuna üyeydi ancak Jack’in aksine orada bir çalışandı. Tamamen gönüllü olarak yaptığı bu işi çok sevdiği bir hastası öldükten sonra bıraktı.
Ayrıca Palahniuk, Cacophony Society isimli bir grubun da takipçisiydi. Anarşizmi savunan bu grup, yazarın kafasında dövüş kulübü fikrinin gelişmesine yardımcı olacaktı.
Herhangi bir yerde yazarlık tecrübesi olmayan Palahniuk’un ilk yazdığı kitabı İnvisible Monsters’tır ve yazım dili olarak az sözle çok şey anlatmayı başarmıştır. Bu tekniğini diğer kitaplarında da sürdürecektir. Örneğin Dövüş Kulübü kitabı son derece ince bir kitaptır. Ağır betimlemeler veya söz sanatları yerine yazılarında sadece vermek istediği mesajı verir.
Yazarın “Dövüş Kulübü” fikrinin hikayesi ise şu şekilde: Bir kamp gezisinde ettiği kavgadan sonra iş yerine morluklar içinde dönen Palahniuk, iş arkadaşları veya patronu tarafından umursanmaz, bir kişi bile gelip ne olduğunu sormaz. Yazar bu olayı hayatı boyunca edindiği bazı tecrübelerle harmanlayarak Dövüş Kulübü fikrini ortaya çıkarmıştır.
Kitabı okuyup çok beğenen David Fincher, filmi de aynı kitap gibi kirli sokak diliyle dolu bir şekilde çekmek istemiştir. Ayriyeten kitabı kendisine sadece bir araç olarak belirleyip üstüne birçok ekleme yapmıştır. Palahniuk film hakkında “Kitabın daha gelişmişi” ifadesini kullanmaktadır. Kitapta daha detaylı açıklanan nadir şeylerden biri filmin sonunda gelişen olaydır.
Tyler Durden’ın tiratlarında sürekli iğnelemesini yaptığı kapitalist düzen film boyunca hep ön plandadır. Yönetmen Fincher’ın doğruladığı üzere her sahnede bir Starbucks bardağı bulunmaktadır ve bu da kapitalist düzenin etkisinin en basit örneklerindendir. Bunun dışında Jack’in de kapitalizmin kölesi olmuş bir insan olmasından bahsedelim. Çalıştığı firmada yaptığı iş tamamen bir formüle dayanmaktadır. Kaza yapan bir aracın sahibine veya ailesine ödenecek olan tazminat, arabayı piyasadan çekme maliyetinden küçükse tazminat ödenir. İnsan hayatını bu derece basite indirgeyen bir formül ancak kapitalizmin altından çıkabilirdi. Bu insanlar para ve oy kaynağından başka bir şey olarak görülmüyorlar.
Git gide tek kullanımlık olmaya başlayan yiyecek, içecek veya temizlik ürünleri de bu konuyu destekler niteliktedir. İnsanlara tek kullanımlık mutluluk satılır ve bunun karşılığında muazzam büyüklükte bir sektör ayakta kalır. Fakirler daha da fakirleşir, zenginler daha da zenginleşir.
Ancak bu sömürme operasyonlarına karşı çıkan bir adam vardır: Tyler Durden. Çalıştığı restorandaki yemeklerin üstüne işer, yine çalıştığı bir sinemada görüntülerin arasına cinsel içerikli görüntüler ekler ve liposakşın yaptırmış kadınların yağından sabun yapıp kendi koca kıçlarını onlara geri satar. Ayrıca kendisini rahatsız eden şeyin 500 kanallı televizyon, iç çamaşırlarda yazan isimler gibi kapitalist manipülasyonlar ile rogaine, viagra ve olestra gibi erkeklerin olduğundan daha erkek görünmek için kullandığı ilaçlar olduğunu söyler. Kendisi bunlar ile ilgili konuşurken Jack’in gözleri açılır ve hayatı daha doğru görmeye başlar. Tyler Durden’ı hayranlıkla dinler. Zaten Tyler’ın insanlara yaptığı şey de budur: Onları uyandırmak. İçinde bulundukları düzeni görmelerini sağlamak. Bu düzeni yıkmak veya düzeltmek.
Tyler Durden karakteri öylesine etkili bir figür haline gelmiştir ki gerçek hayatta da kapitalist bir düzen altında yaşadıklarını fark eden bazı insanlar Tyler’ın fikirlerini uygulamaya çalışmışlardır. Özellikle filmin çıktığı dönemde bir hayli fazla olan dövüş kulüplerinin yanında terör veya Vandalizm olarak nitelendirilebilecek hareketlerde bulunanlar bile olmuştur. Çünkü hayatı boyunca sadece tüketici olarak yaşamış ve artık bu işin değişmesini isteyen insanlar bir yol göstericiye ihtiyaç duymuştur. Bu kişi filmde de gerçek hayatta da Tyler Durden’dır.
Filmden önce de hakkında söylentiler olan ancak filmin vizyona girmesiyle birlikte ayyuka çıkan bir tartışma konusu: 25. Kare. Olayın özeti şu şekildedir: İnsan gözü, bir saniye içinde arka arkaya 24 kare görürse bunların fotoğraf olduğunu algılayamaz ve video olarak görür. Örneğin bir dakikalık bir video içerisinde 24×60=1440 kare vardır. Ancak söylentiye göre eğer bu 24 kareden sonra 25. bir kare eklenirse insan gözü bunu algılayamaz fakat görüntü bilinçaltına işlenir. Size bu görüntüde ne söylenirse onu yaparsınız. “X ürününü al” denir alırsınız. Filmde de Tyler Durden karakteri şeritlerinin arasına cinsel görüntüler koyarak seyircileri olumsuz etkilemeyi amaçlamaktadır.
Ayrıca Tyler sinema filmlerinin arasına görüntü koymakla kalmayıp kendisini de Dövüş Kulübü filminin içerisine yerleştirmiştir. Nadiren çıkan Tyler Durden görüntüleri dikkatli seyircilerin gözünden kaçmamıştır. Belki de insanlar bu yüzden Tyler Durden karakterini bir rol model olarak görmektedir değil mi? Maalesef değil.
- Kare ile ilgili en büyük sansasyonlardan birinin görüldüğü olay 1957 yılında James Vicary isimli bir pazarlamacının, bir sinema filmi esasında 25. kareye “Acıktınız mı? Patlamış mısır yiyin!” yazan bir görüntü koymasıydı. Vicary’nin iddiasına göre seyircilerden hiçbiri bunu göremese bile bilinçaltları bu yazıyı işlemiş ve sinemanın patlamış mısır satışları fırlamıştır. Ancak yıllar geçtikten sonra sinemanın satış kayıtları gözden geçirildiğinde bu iddianın koca bir palavra olduğu anlaşılmıştır. Vicary’nin bunu yapmasındaki amaç firmasının reklamını yapmaktı.
Bu olayın bir düzmece olduğu anlaşılsa bile insanlar böyle bir efsanenin varlığına inanmaya devam ettiler. İllüminati ve benzeri gizli örgütlerin görüntülerin arasına mesajlar sıkıştırarak insanları kontrol ettiği teorileri yaygındı. Ancak bunların hepsi batıl inançtan ötesi değil. Elbette bilinçaltı bu mesajları işliyor ancak insan bilinçaltının dediğine göre hareket etmez. Beyinde ufak bir istek ya oluşur ya da oluşmaz. Bu yöntem göze parmak sokarcasına reklam yapmaktan bile daha işlevsiz ve etkisizdir.
-Edward Norton ve Brad Pitt film için boks ve tekvando dersleri almışlardır.
-Tyler Durden, karakter olarak karşımıza çıkmadan önce dört kere anlık görüntü olarak karşımıza çıkmıştır.
-Helena Bohnam Carter, Marla karakterinin iyi makyaj yapmayı umursamayacak biri olduğundan makyözünden sol elini kullanmasını istemiş.
-Jack ve Tyler’ın ilk kavgasında Fincher’ın isteği üzerine Edward Norton, Brad Pit’e gerçekten vurmuş.
-Film aslında şu ankinden çok da sert ve küfürlü olacakmış ancak yapımcıların ısrarı üzerine Fincher biraz daha sakin bir film yapmaya karar vermiş.
-Brad Pitt ailesinin filmi izlememesini istemiş.
-Tyler Durden karakterini aslında Russel Crowe oynayacakmış.
-Marla’nın numarası Memento’dan tanıdığımız Teddy’nin numarasıyla aynıdır.
-Bob’u aşırı şişman göstermek için kıyafetinin altına 45 kilogram kuş tüyü sıkıştırılmış.
-Brad Pitt filmden 17.5 Milyon dolar kazanırken Edward Norton sadece 2.5 Milyon dolar kazanmıştır.
-Helena Bohnam Carter, diğer oyuncularla arasındaki boy farkı anlaşılmasın diye platform ayakkabılar takıyordu.
-Jack’in haiku şiiri yazdığı sahnede arka pencerede film ekibinin isimleri yazmaktadır.
-Jack’in takma isimleri bazı klasikleşmiş filmlere göndermedir: Cornelius(Planet of the Apes), Travis(Taxi Driver), Rupert(King of Commedy)
-“Dövüş Kulübünün ilk kuralı dövüş kulübünden bahsetmemektir.” Repliği aynı zamanda seyircilere filmin sonunu kimseye anlatmamaları için söylenmiştir.
-David Fincher bu filmi yönetmek için kendisine gelen Sekiz Milimetre teklifini reddetmek zorunda kalmıştır.
-Aynı Tyler Durden gibi David Fincher da gençliğinde projeksiyonist olarak çalışıyormuş.
Bu bölümden sonrası spoiler içerir.
Bu konu yıllardır herkesin dilinde dolaştı ve onlarca teoriye maruz kaldı. Film tarihinin en büyük twisterinden olan ve ilk izleyişte kimsenin anlam veremediği şu “kişilik bölünmesi” olayını masaya yatıralım.
Jack karakterinin filmin başlarında ezik bir tip olduğundan bahsetmiştik. Tyler Durden görünümlü bir adam hava alanından çıkarken Jack onu birkaç saniyeliğine görüyor. Bu adamdan etkileniyor ve uçakta onu yanında hayal ediyor. Uçakta ilk göründüğü an bile Tyler gerçek değil. Çünkü asıl Tyler Durden hava alanını terk ediyordu. Jack’in yanında kimse oturmuyor, oradaki şey Jack’in alter egosudur. Bir kişilik bölünmesidir.
Filmin açılışı bile aslında bize bir ipucu vermekte. Bu açılışın sadece havalı göründüğü için konmuş olabileceğini söyleyenler ciddi ölçüde yanılıyorlar. Açılışta gördüğümüz şey beynin içindeki sinir sistemi ve nöronlar. Bu beyin ise Jack’in beyni, o bir şizofren. David Fincher daha film başlamadan bile sonradan olacaklara dair bir gönderme yapıyor.
Filmi ikinci izleyişinizde birçok şey açığa kavuşacaktır. Yönetmen Fincher bu şaşırtıcı twisti önümüze atmadan önce aslında birçok ipucu vermiştir. Örneğin Tyler’ın göründüğü ilk sahnede Jack ona çantalarının birebir aynı olduğunu söyler. Veya daha önemlisi ikili hiçbir zaman toplum içinde karşılıklı konuşmazlar. Başka insanların önünde konuştukları birkaç sahne vardır ancak bunlar da zekice konulmuş sahnelerdir. Örneğin Jack’in tedavi olduğu sahnede Tyler doktora onun merdivenden düştüğünü söyler ve Jack bunu tekrar eder. Ancak Tyler gerçek bir karakter değildir, sadece Jack’e ne demesi gerektiğini söyler.
Bir diğer sahne Jack’in Melek Yüz’ün ağzını yüzünü dağıttı sahnede. Tyler burada ona “Nereye gittin psikopat çocuk” diyor. Ancak dikkatli izlerseniz ağzının hareket etmediğini göreceksiniz. Jack bu sesi sadece kafasının içinde duyuyor. Çevredeki insanlar Tyler’ı duymuyorlar.
Son sahne ise Tyler ve Jack’in arabada Project: Mayhem ile ilgili konuştukları sahne. İkili burada konuşuyorlar ve arkadaki iki üye de “Kaos projesinin ilk kuralı soru sormak yok!” diyorlar. Ancak sahnenin sonundaki kazaya dikkat ederseniz Jack sürücü koltuğundan çıkıyor. Tyler karakteri gerçek olmadığından Jack’in sorduğu soruları arkadaki iki adam üstlerine alınıyorlar ve bu nedenle cevap veriyorlar. Zaten yüzlerindeki garipseme ifadesinden Jack’in neden böyle davrandığına anlam veremediklerini anlayabilirsiniz.
İlk izleyişte Marla’yı Jack’e soğuk yapan, ters ve itici bir kadın olarak görebiliriz. Ancak aslında iş tam tersi. Jack, ilk başta Marla’nın evine geldiğini bilmiyordu. Ancak filmin sonundan haberdar olduğumuzu var sayarsak aslında bunu biliyordu. O gece ikisi seviştiler ancak sabah Jack sanki hiçbir şey olmamış gibi “Evimde ne yapıyorsun?” diye çıkıştı. Marla da bu nedenle kendisini kullanılmış hissetti ve Jack’i tersledi. Diğer sahnelerde de olay benzer şekillerde gelişiyor.
Tyler, erkeklerin git gide maskülenliğini yitirdiğini ve kadınlar tarafından büyütülen bir nesil olduğuna dikkat çekiyor. Filmin başlarındaki Bob’u hatırlayın. Eskiden bir vücut geliştirmeni olan Bob şu an bir kadından farksız. Ve bu onu güçsüzleştiriyor. Ancak dövüş kulübüyle tanıştıktan sonra erkekliğini geri kazanıyor. Dövüş kulübünün amacı da buydu zaten. Erkekliğini kaybetmiş olan insanlara maskülenlik aşılamak. Acı çekerken veya çektirirken erkeklik duygularını pekiştiriyordu bu insanlar. Genelde babaları tarafından terk edilmiş ve erkeklikten mahrum olan kişiler, arzuladıkları tüm özellikleri Tyler Durden’da buluyordu ve ona tapıyorlardı. Tyler onlara bir baba figürü oldu ve onları “adam” yaptı. Beş para etmez adamlar kulüp için canlarını verir oldular. Ceza olarak ise başka birinin erkekliğini elinden almayı belirlediler. Yeraltı bir suç örgütünden bahseden emniyet müdürünü testislerini kesmekle tehdit ettiler. Ardından Tyler, Kaos Projesi’ni engellemeye çalışan her kim olursa olsun yine testislerini kesme emri verdi.
Ayrıca Tyler “Bütün nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş.” Diyerek bu erkekliğini yitirerek kapitalizm baskısı altında yaşayan adamlara serzenişte bulunuyor. Bu adamların hepsi gereksiz, nefret ettiği bir işte çalışıp ihtiyacı olmayan şeyler almak gereksiz. “Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız.” Lafıyla da hayata geldikleri andan itibaren şanssız bir nesilde doğduklarını vurguluyor. Ve bu konuda haklı. Burada hayatından memnun tek kişi yok, neden para kazandıklarını dahi bilmiyorlar. Sadece düzen onlara yap dediği için yapıyorlar ve tamamen zararsız oy kaynaklarına dönüşüveriyorlar. Jack bu sorunun farkında. Kendisi de bu insanlardan biri ama gözleri bir nebze olsun açılmış durumda. İkinci kişiliği olan Tyler’la kavga ettikten sonra o da yavaş yavaş kaybetmiş olduğu erkekliğini kazanmaya başlıyor. Burada amaç yenmek veya yenilmek değil. Bazı şeylerin farkına varmış olan Tyler benliği, koyun sürüsüne katılmış olan diğer benliği döverek onu yeniyor. Sadece kavga, insanlık kadar eski olan bu eylem Jack gibi olan bütün bu güruhun da gözlerini açıyor. Her gece toplanıp şunu diyorlar: “Three two one zero, başladı countdown sona kalan hero. Köpürürsün blup blup, burası merkez fight club.” Ne de güzel bir demeç, ne akıllar açıcı.
Bu insanların hepsi sonunda kapitalist düzene düşman oluyorlar. Kafeleri yıkıp heykelleri söküyorlar. Amaçları bu düzenin değişmesi ve anarşik bir toplumda yaşamak. Ne onlara dayatılan bir şey var, ne de kurallar. Ama hiçbiri kapitalizmden kaçarken en az onun kadar kötü olan faşizmin altına girdiğinden haberdar değillerdi. Tyler gözle görülür şekilde bir diktatördü. Kulübün tüm üyeleri artık birer askerlerdi. Bu düzenin içinde ne soru sormak vardı ne de bir isim sahibi olmak. Kendini feda etmeye dünden razı askerler, devlete karşı savaş açmışlardı. Tyler bu insanları kullanıyordu. Onların gözlerini devlete karşı açmıştı ancak kendisinin uyguladığı faşizmi görmemeleri için kör etmişti. Herkes öylesine hayrandı ki bu adama emirleri uygulamak için sıraya dizilmişlerdi.
Kaos projesi üyelerinin bu ideolojiye böylesine bağnazca bağlanmasının sebebi giriş testi ve sürü psikolojisiydi. Dövüş kulübünde sürekli aldıkları ödevler ile kendilerini önemli ve başarılı hissetmişlerdi. Ardından aç susuz ayakta dikilerek geçen üç günden sonra insanlar büyük bir şeylerin parçası olduğuna inanmışlardı. Tyler’ın planı kusursuzdu. Ekibe alınanlar, kendilerinden sonra gelenleri teste tabi tutma yetkisine sahip oluyorlardı. İçeriye her yeni kişi geldiğinde diğerlerine uyum sağlıyor, Tyler’ın faşizmi altına kolayca giriyordu. Büyük planları ise birkaç iş yerini patlatarak finansal eşitliğe bir adım daha yaklaşmaktı. Yavaş yavaş kaosa sürüklenen şehre büyük ve en güçlü darbeyi bu şekilde vurmayı planlıyorlardı. Ama bu da saçmalıktan başka bir şey değil. Dünyayı elinde oynatan kapitalizmle savaşmanın yolu birkaç bina patlatmak değildi. Yeraltı örgütünden çıkan adamlar böyle bir güçle mücadele edemezlerdi. Ama Tyler onları hayata bir etkisi olabileceklerine inandırmıştı. Gerçekleri su gibi yüzlerine vurarak ama bir yandan da vermek istediği mesajları vererek kukla gibi elinde oynatıyordu bu adamları.
Faşizmle yönetilmiş toplumlar, her zaman bunun bir önceki yönetimden daha iyi olacağını düşünerek bir diktatörün boyunduruğu altına girmişlerdir. Bu toplumların alet oldukları trajediler de ortada. Komünist veya sosyalist ideolojileri mikrop gibi gören milletler kendilerini faşizan politikacılara teslim etmişlerdir. Ardından da aynı Fight Club’ta gördüğümüz üzere bu faşistliği tamamen benimsemeye, ona ortak olmaya başlamışlardır.
Ancak Tyler’ın faşizminin bir farkı var: kimseyi öldürmemek. İlk başlarda sadece insanların üstünü ıslatmak veya gübre yerine motor yağı kullanılmasını öğütlemek gibi basit görünebilecek ödevler alıyorlardı. Daha sonra kaos projesi ile birlikte işler ciddileşmeye başladığı zaman bile insan hayatına kastetmediler. Örneğin altın küre heykelini patlatıp bir kafeyi paramparça ettiklerinde içeride bir insan olmamasına dikkat ettiler. Testis kesme cezaları da sonu ölümle bitmeyecek bir cezaydı. Veya Tyler iş merkezlerini patlatırken binaların boşaltılmasını bekledi. Bu sayede hem toplum içi nefretten biraz da olsa kaçınabilecek ve yeni üyeler edinme şansları artabilecekti. Ama onlar öldürmüyor diye polislerin de aynı olmasını bekleyemezlerdi. Jack, kafasından vurularak beyni dağılan Bob’u gördükten sonra bu çılgınlığa son vermesini söylemek için Tyler’ı aramaya başladı. Fakat sonunda anlayacaktı ki bütün bu olanlar kendi suçuydu. Ölen Bob, yıkılan kafeler, diğer şehirlerde kurulan kulüpler. Jack kendi faşist benliğiyle yüzleşmek zorundaydı.
Yönetmen bize filmin sonunu daha ilk sahneden vermeyi tercih etmiş ve geri kalan her sahneyi bir flashback olarak nitelendirmemizi istemiş. İlk başta gördüğümüz o sahneye geldiğimizde ise işler artık iyice kızışmış, kaos projesinin uygulanmasına dakikalar kalmıştır. Artık Tyler’ın kendisi olduğunu bilen Jack ise silahlı olan Tyler’a karşı bir şey yapamamaktadır. Kendisiyle bir iç çatışmaya girerek onu bu durumdan vaz geçirmek istemektedir. Sonunda silahın kendisinde olduğunu söyler ve silah elinde beliriverir. İşte burada filmin en çok tartışılan sahnelerinden biri başlar. Silahı ağzına sıkan Jack nasıl ölmedi ve Tyler neden öldü? Bu soruya verilebilecek en mantıklı yanıtın şu olduğunu düşünüyorum: Tyler’ı silahla veya herhangi bir şeyle öldürmek mümkün değildi, Jack de bunu biliyordu. Tyler onun yarattığı bir illüzyondu sadece. Nasıl ki silahın elinde olduğuna inandığında bu gerçekleşti, Tyler’ın yok olduğuna inandığında bu da gerçekleşecekti. Onu yok etmek için aklına gelen son çareyi kendi ağzına ateş etmekte buldu. Bunu yaparken ise Tyler’ın öleceğine tüm kalbiyle inandı. Zaten kendisi ağzına ateş ettiği halde Tyler’ın başının arkasından vurulmasının başka açıklaması olamazdı. Tyler’ın bu şekilde ölmesinin nedeni ise büyük ihtimalle Jack’in o an aynı şekilde öldürülen dostu Bob’u düşünmesiydi.
Jack her ne kadar Tyler’ı durdurmuş da olsa kaos projesini durduramamıştı. Yapabileceği tek şey o an yanında olan Marla ile birlikte çöken bu binaların eşsiz manzarasını izlemekti. Bu sahne sinematografik olarak filmde en başarılı bulduğum sahnedir ki birçok seyircinin bana katılacağını düşünüyorum. Gölgeler ve kamera açısını ustaca kullanan David Fincher, eşsiz filmi için eşsiz bir son inşa etmiş.
Bu son ile ilgili pek rağbet görmeyen bir teori ise şu şekilde: Jack kendini vurduktan sonra Tyler aslında ölmedi ve Jack’i tamamen ele geçirdi. Bu nedenle binaların yıkılmasına hiçbir tepki göstermiyor. Teoriyi destekler bir kanıt olarak ise filmin sonunda karşımıza çıkan anlık penis görüntüsünü söyleyebiliriz. Bu fotoğraf Tyler’ın projeksiyon odasında da bulunmaktaydı.
Dövüş Kulübünü ülkemizde izlemeyen çok az kişi kalmıştır ancak eğer onlardan biriyseniz kesinlikle ilk izlemeniz gereken filmlerden birisi budur. Bu filmi bir dövüş filmi zannediyorsanız, emin olun çok yanılacaksınız. Üzerine yapılan türlü türlü okumalar ile hala güncelliğini koruyan ve zamana karşı gelen film, Tyler Durden gibi popüler kültüre ciddi etkisi olmuş bir karakteri içinde bulundurmaktadır.
Filmi bir kez izleyenlerin de ikinci üçüncü kez izlemesini şiddetle tavsiye ederim. Emin olun ki alacağınız zevk katlanarak artacaktır. Dolu içeriğinden ötürü tam olarak sindirememiş olduğunuz yerler olabilir. Her seferinde bir öncekinde fark etmediğiniz bir şeyler fark edecek ve David Fincher’ın sinema bilgisi karşısında saygıyla eğileceksiniz. Se7en, Gone Girl, Panic Room, Alien 3 gibi filmleri yönetmiş olan yönetmenin açık ara en başarılı bulduğum filmi budur.
Kısacası vermek istediği mesaj için kendisine mükemmel bir metot ve kalıp seçmiş olan film zamanla kültleşmiştir ve hala birçok listede ilk sıralarda yer edinmektedir. Maalesef bir Oscar kazanamamış da olsa gönülleri kazanmıştır bu film.