Jaws (1975)

Yazar: Erel Destan 

 

16.08.2022

Gelirinin büyük bir kısmını turizme borçlu olan Amity Adası, 4 Temmuz nedeniyle adaya akın edecek olan turistleri beklemektedir. Ancak tüm görenleri şoka sokacak derecede devasa bir büyük beyaz köpekbalığı adaya dadanacak ve oradakilerin bir kısmını “Denizin dişleri” ile avlayacaktır.

Martin Broody: Amity Adasının polis şefi olan Broody, denizden korkmaktadır. Deniz korkusunun üstüne bir de dehşet saçan bir köpek balığı geldiğinde ise halkını korumak için bu işe bir son vermek isteyecektir.

Quint: Büyük usta Robert Shaw tarafından canlandırılan Quint karakteri her ne kadar itici görünse de favori karakterimdir. Kendisi yetenekli bir köpekbalığı avcısıdır ve Jaws’ı yakalamak için 10.000 dolar istemektedir.

Matt Hooper: Köpek balıkları konusunda uzman bir bilim adamı olan Hooper, adadaki ölümleri incelemesi için çağırılmıştır. Adalılar tarafından ciddiye alınmasa da eninde sonunda herkes onun haklı olduğunu anlayacaktır.

Larry Vaughn: Larry, Amity adasının belediye başkanıdır ve köpekbalığı vakalarından haberdar olduğu halde turistleri korkutmamak için bunları asılsız iddialar olarak nitelendirmektedir. Ancak kendisinin bu hareketi birçok kişinin canını tehlikeye atacaktır.

Birçok kaliteli film gibi Jaws da aynı isimli bir kitaptan uyarlanmıştır. Yapımcılardan birisi bu kitabı “Cosmopolitan” dergisinde görmüş ve diğer yapımcılara da haber vermiş. Tüm yapımcılar kitabı hızla okuyup bitirince ise Jaws projesinin önü açılmış.

          Projeye yönetmen bulma işi her zaman zordur. Universal yapımcıları da birçok yönetmenle anlaşmayı deneseler de sonu hep hüsranla bitmiştir. Sonunda o sıralar ünlü sayılmayacak bir yönetmenin kapısını çalmışlar. O kişi ise tarihin en iyi yönetmenlerinden biri olan Steven Spielberg.

          Böylelikle Jaws projesi Spielberg önderliğinde bir senaryo ve köpekbalığı olmadan başlamıştı. Oyuncu kadrosu için ise Spielberg aşırı ünlü oyunculara ihtiyaç olmadığını belirtiyordu. Kafasındaki birçok ismi yapımcılarla birlikte değerlendirdikten sonra filmdeki kadro toplandı.

          Köpekbalığı ise belki de prodüksiyonun en belalı noktalarından biriydi. Yapımcılar ilk önce bir eğitimci bulup, gerçek bir köpekbalığı ile çekim yapmayı düşündüler. Ancak elbette ki böyle bir şey söz konusu bile olamazdı.

Köpek balığının maketini yapmaya çalıştıklarında ise yine birkaç sorunla karşılaşacaklardı. Tatlı suda gayet normal çalışan maket köpekbalığı, Atlas Okyanusu’na getirildiğinde tuzlu sudan dolayı bozuluyordu. Bu nedenle ekip, maketi tuzlu suda çalışabilecek şekilde yeniden tasarlamak zorunda kaldılar. Ayrıca farklı açılardan gerçekleşecek çekimler için birçok farklı köpek balığı yapıldı. Tam bir maketten ziyade, birisinin sağı birisinin solu birisinin kafası olacak şekilde fazla sayıda maket vardı. Daha sonra farklı açılardan alınan görüntüleri ustaca kurgulayan Verna Fields, başarısından ötürü Oscar ödülüne layık görüldü.

          Birçok filmde olduğu gibi senaryolar sürekli yapımcılar tarafından değiştiriliyordu. Bir yerden sonra tam bir senaryo yerine sadece bir sonraki gün çekilecek sahnenin senaryosu yazılmaya başladı. Ayrıca Spielberg’in ısrarı üzerine son sahne, kitaptan farklı olacak şekilde değiştirildi.

          Çekimler başladığında ise okyanustan kaynaklı birçok sıkıntı çıkıyordu. Görüntü yönetmeni Bill Butler, kamerayı sabit tutmak için bazı ekipmanlar tasarlamak zorunda kaldı. Yönetmen Spielberg ise filmi göl benzeri bir yerde çekebileceğini, ancak öyle yaparsa hiçbir şekilde aynı görünmeyeceğini söyledi. Okyanusta çekim yapmaya alışık olmayan set ekibi de birçok zorlukla karşılaştı ve film hakkında hiç umutlu değillerdi.

          Film 9 milyon dolar harcanarak 159 günde çekilmişti. Stüdyo Spielberg’e ısrarla 55 günde çekmesini söylediği halde yönetmen işi bu kadar uzatmıştı ve kovulacağını düşünüyordu. Öyle ki son sahnenin çekimlerine bile gelmemişti çünkü set ekibinin onu suya atacağından korkuyordu. Ancak beklenmedik bir şekilde Jaws gişeyi yıkarak 472 milyon dolar hasılat elde etti ve bu sayede tarihin ilk “Blockbuster”larından biri oldu.

Jaws’a bugünden bakan seyirciler bile elbette ki ürkecektir ve gerilecektir ancak bir düşünün, 1975 senesindeki insanlar ne tepkiler vermiştir.

          Aquafobinin bir alt türü olarak nitelendirilebilecek olan “Talasofobi(deniz korkusu)” günümüzde bile yaygın olarak görülebilen korkulardan biridir. Uçsuz bucaksız, içinde ne olduğunu bilmediğiniz bir su kütlesinden korkmak normal karşılanabilir bir şeydir elbette. Kimileri boğulmadan korkar, kimileri içerideki canlılardan, kimileri ikisinden de. Jaws filmi, insanlarda halihazırda bulunan bu korkuyu öylesine körüklemiş olacak ki filmin çıktığı yıllarda denize girme oranında ciddi bir azalma görülmüş. Ülkemize nazaran okyanuslarda çok daha sık rastlanan köpekbalıklarını düşünürsek, o yıllarda denizden korkan insanlar kadar normal bir şey yoktur herhalde. Bu konuda eli sıkılması gereken kişi bir kez daha usta yönetmen Steven Spielberg elbette.

          Spielberg, her filminde akıllarda keskin bir şekilde kalan imzalar bırakır. Örneğin Schindler’s List(1993) filmindeki kırmızı kıyafetli kız, çok kısa ekran süresine rağmen her seyircinin kalbinde yer etmiştir. Yönetmenin bu filmdeki tekniği ise şüphesiz ki köpekbalığını neredeyse hiç göstermemek. Elbette bu konuda bütçenin de önemli bir etkisi var ancak Spielberg köpekbalığını az gösterme konusunda kritikler arasında her daim en iyi yönetmenlerden biri olarak görülen Alfred Hitchcock’u örnek aldığını söyler. Nasıl ki Hitchcock’un The Birds(1963) filminde kuşları gerilimin en yüksek olduğu noktada görüyorsak, Jaws’ta da aynı durum geçerli. Avcıdan çok avları görüyoruz ve bu sayede hem avcı sıradanlaşmıyor, hem de kendisi hakkında hiçbir şey bilmediğimiz için daha çok gerilmemize olanak sağlıyor.

          Deniz korkusunun yanında doğrudan doğruya köpekbalığı korkusunun da yaygınlaşmasını sağlayan filmdir Jaws. Kendisinden önceki “Canavar filmleri” olarak nitelendirilebilecek yapımlarda uzaylılar, zombiler veya fantastik yaratıklar gibi unsurlara yer verilirken Jaws ile birlikte filmlerde gerçek hayattan alışık olduğumuz figürlerin canavar filmlerinde kullanılması yaygınlaşmıştır.

Serinin 2022 itibariyle Jaws 2, Jaws 3, Jaws: The Revenge ve Cruel Jaws olmak üzere 4 devam filmi bulunmaktadır. Öncelikle ilk Jaws filminin kesinlikle devamı getirilemeyecek bir yapım olmasında hemfikir olalım. Güzel bir karakter tanıtımı ve kendi içinde son derece başarılı bir şekilde ilerleyip biten bir hikaye. Ancak gözünü para bürüyen yapımcı şirketler birçok kaliteli yapımda olduğu gibi bu yapıma da bir devam filmi çekmeye karar veriyorlar. Düşük puanı ve geneli olumsuz olan yorumlarına rağmen Jaws’a olan sevgi ve saygımdan ötürü ikinci filmi izleme gafletinde bulundum. Elbette beklediğim gibi dev bir hüsranla karşılaştım ve diğer hiçbir devam filmini izlemeyeceğime karar verdim. Önyargılı bir şekilde tüketmediğim eserler hakkında olumlu veya olumsuz yorum yapmaktan hoşlanmasam da diğer devam filmlerinin büyük ihtimalle ikincisinden bile daha kötü olduğunu düşünmekteyim. Jaws gibi gerek müziği gerek insanların gerçek hayatına etkisiyle hafızalarda yer etmiş dev bir yapıma saygı duyup olduğu gibi bırakmaktansa para hırsıyla isimden nemalanmaya çalışan stüdyolar, böyle bir işin altına yatmışlar.

-Spielberg, köpekbalığına “Bruce” ismini takmıştı.

-Bir diğer önemli yönetmen olan Geogre Lucas’ın kafası, şaka amaçlı köpekbalığı maketinin içine kıstırılmıştı.

-Bazı seyircilerin dikkatini çekmiş olabilecek olan, gökyüzünde görülen parlak çizgi, gerçek bir kayan yıldızdı.

-Broody’nin köpeği aslında Spielberg’in köpeğiydi.

-Besteci John Williams, Oscar ödülleri sırasında çalan orkestrayı yönetiyordu. Kendisi ödülü kazandığında ise orkestrayı durdurdu, ödülünü aldı ve daha sonra orkestraya geri döndü.

-Orijinal kitabın yazarı Peter Benchley, anlık şekilde plajda güneşlenenlerden biri olarak görülmüştür.

-Çekimlerden 9 gün önce, Quint ve Hooper karakterini oynayacak aktörler henüz bulunmamıştı.

-Hooper karakterini oynayan Richard Dreyfuss, Jaws’ın izlemesinin zevkli ancak yapmasının hiç zevkli olmayan bir film olduğunu söylüyordu.

-Filmin müziği, Amerikan Film Enstitüsünün “En iyi 25 film müziği” listesinde 6. sıradadır.

-Richard Dreyfuss, üç avcıdan hayatta olan tek kişidir.

-Oyuncuları sıkça deniz tuttuğu için çekimler aksıyordu.

-Köpekbalığının ekran süresi 4 dakikadır.

-“You’re gonna need a bigger boat(Daha büyük bir tekneye ihtiyacınız olacak)” repliği aslında kamera arkasında şaka olarak söylenen bir cümleydi. Rob Scheider ise bu repliği doğaçlama olarak söylemiştir.

-Martha’s Vineyard adası ilk kez Jaws ile filmlerde kullanılmaya başlanmıştır.

Bu bölümden sonrası spoiler içerir.

Olay odaklı bir hikayenin kalitesini belirleyen en önemli etkenlerden bir tanesi de şüphesiz motivasyondur. Broody ve Hooper karakterlerinin de kendi içlerinde tutarlı ve kuvvetli motivasyonları olsa da kesinlikle en başarılı motivasyon Quint’inkidir.

          Filmin en sevdiğim sahnelerinden biri olan, Quint’in ekibi ile birlikte yüzlerce köpekbalığına karşı verdiği mücadeleyi anlattığı kısım aynı zamanda bu karakterin neden telefonu parçalayarak dışarıdan bir yardım almalarını engellediklerini de açıklar nitelikte. Hikayede Quint, ikinci dünya savaşı sırasında Hiroshima’ya atılacak olan nükleer bombayı taşıyacak olan ekibin içindedir. Ancak geminin bir Japon denizaltısı tarafından vurulması sonucunda okyanusun ortasında tonla köpekbalığının arasında kalan ekip ölüm kalım mücadelesi vermek zorundadır. Kurtarma timi onları bulduğunda ise 1.100 kişiden geriye 316’sı kalmıştır.

          Filmi izleyenlerin ben dahil büyük çoğunluğu için bu hikaye Quint karakterini daha iyi anlamamız için yerleştirilmiş olan hayali bir unsur gibi gelmiştir. Ancak bu hikaye tam olarak filmdeki gibi olmasa da gerçek. Indıanapolis isimli gemi, Hıroshima’ya atılacak atom bombasının yapımı için uranyum taşımaktadır. Ardından torpido tarafından vurulurlar ve köpekbalıkları arasında kalırlar. Neredeyse 1200 kişilik ekibin 300’ü batma esnasında boğularak ölür. Quint’in anlattığı gibi sadece 316 kişi hayatta kalabilmişti ancak ölenlerin büyük bir kısmı köpekbalığı ısırıkları tarafından değil; susuzluk, şok ve tuz zehirlenmesinden ölmüşlerdi. Kurtulanların da bir kısmında yaşadıkları şok yüzünden felç geçirenler olmuştu. Kurtulanların anlattıklarına göre bazen yakınlarına gelen köpekbalıklarına çeşitli nedenlerle ölen arkadaşlarının cansız bedenlerini vererek yem olmaktan kurtulmuşlar. Oradaki herkes için şüphesiz kalıcı bir travmaya sebebiyet verecek olan bu olay, tarihe “En ölümcül köpekbalığı saldırısı” olarak geçmiştir.

          Quint karakteri ise Indianapolis saldırısında bulunmuş hayali bir karakterdir ve motivasyonu ise ekibinden yüzlerce kişinin canını alan köpekbalıklarından intikam alma duygusudur. Denize girenleri öldürmeye başlayan bu köpekbalığı ona Indianapolis’i hatırlatmıştır ve bunu bir nevi “Arınma” olarak görmektedir. Köpekbalığını bizzat kendi elleriyle öldürmek istediği için de dışarıdan yardım çağırmaya çalışan Broody’i engellemek amacıyla telefonu parçalamıştır.

Kendisini izlemeden önce müziğini duyduğum ve müziğiyle bile beni büyüleyen Jaws, en sevdiğim yönetmenlerden olan Steven Spielberg ile tanıştığım filmdir. Korku-gerilim filmlerini seven birisi olarak inli cinli veya psikopat katilli ne olduğu belli olmayan yapımların yanında bir hayvan kullanarak beni gerim gerim germesi sanıyorum ki ben de dahil birçok seyirciyi ayakta alkışlatan bir durumdur. Usta yönetmen Jaws’tan yıllar sonra Jurassic Park(1993) filmi ile tekrardan gerilimi yönetmede ne kadar başarılı olduğunu gösterse de, Schindler’s List(1993)’ten sonra en sevdiğim filmi Jaws’tır.