Invisible Man (1933)
Yazar: Erel Destan
07.08.2024
Tüm yüzü bandajlarla kaplı bir adam, dışarıdaki yoğun tipiden kaçmak için
bir pansiyona giriş yapar. Egzantrik havası ve tarzıyla anında dikkatleri üzerine
çeker. Öğrenecekleri korkunç gerçek ise bu adamın ters giden bir deney sonucu
tüm vücudunun görünmez olmasıdır.
Griffin: Övgünün büyük kısmının gideceği karakter ve bu karakterin oyuncusu
Claude Rains. Hatasından pişman bir kazazededen gözü dönmüş bir katile
dönüşen Griffin, kendisine ortaklar aramaktadır.
Kemp: Doktor Kemp, Griffin’in yardımcısı olarak belirlediği kişidir. Griffin ile
karşılaştığı ilk saniyeden beri müthiş bir korku içindedir. Bu korkusu da istemeye
istemeye ortaklıklarını bir yere kadar götürmelerine ön ayak olur.
Halk: Filmimizde halk, sanki tek bir karakter gibidir. Her insan birbirinin
aynısıdır ve aynı şekilde düşünülmeden yazılmıştır. Görünmez adam konseptinin
altından başarılı şekilde kalkan yönetmen, iş halka gelince tekdüze, karikatürize
ve avlanmayı bekleyen hayvanlar gibi göstermeyi tercih ediyor.
Herhalde filmin en ilgi çekici yeri burasıdır değil mi? Ön prodüksiyon, çekimler,
efektler ve post-prodüksiyon bölümleri filmi izlerken içimde bir merak
oluşturmuştu. Bu noktada elbette aklımızdan çıkarmamamız gereken kısım filmin
yapım tarihinin 1933 olması.
Invisible Man fikrinin oluşmasında en etkili olan yapımlardan biri
Dracula(1931)’dir. Filmin yapımcısı Carl Laemmle jr. ilk olarak James Whale ile
anlaştı. Ancak Whale, “korku filmi yönetmeni” olarak tanınmak istemiyordu. Bu
nedenle projeden ayrıldı.
1 sene sonra Whale’ın yeni filmi The Impatient Maiden gişede beklenenin
çok altında bir başarı elde edince Whale, The Invisible Man projesine tekrardan
dahil oldu.
İlk hikaye taslakları ilginçti. Görünmez ahtapotlar ve fareler, bir diğer
taslakta Ruslardan intikam almak için kasten görünmez olan bir adam gibi şu an
çılgınca görünen fikirler vardı.
Claude Rains’in başından geçenler ise bana Al Pacino’yu anımsattı.
Yönetmen Whale, başrol olarak Rains’i istese de Universal Studios ona sıcak
bakmıyordu. Oyunculuktan pek para kazanamayan Rains işi bırakmak üzereyken
deneme olarak davet edildi. Aynı Al Pacino’nun hikayesindeki gibi Whales,
stüdyo’yu ikna etmek için Rains’in şeytani planlarını ilk kez anlattığı sahneyi
oynattı. Başarılı performanstan sonra oyuncu role seçildi.
Şüphesiz oyuncu Claude Rains ve set ekibini en çok zorlayan çekimler
görünmezlik sahneleridir. Baştan aşağı siyah bir tayt giyen Rains, kendisiyle aynı
siyahlıkta bir odaya kapatılmıştır. Bu sayede eline verilen eşyalar, siyah kısımlar
kırpıldıktan sonra sanki havada gibi görünecekti.
Neden yeşil veya mavi ekran değil de siyah peki? Sorunun cevabı basit: Bu
ekranlar insan vücudunda en az bulunan renkler baz alınarak tasarlanmıştır.
Amaçları ise arka planı yok ederek arzu edilen arka planı ve efektleri
yerleştirmektir. Ekran önüne koyulan oyuncu, ekran ile aynı renkte bir kıyafet
giymiyorsa bilgisayar ortamında yeşil veya mavi renk silinir. Bu sayede arka plan
boşalmış olur. Ancak bu filmde amacımız arka plan ile birlikte oyuncuyu da yok
etmek.
Hatırlarsınız, siyah renk üzerine düşen ışığı soğurur. Siyah taytıyla siyah
odada duran Rains, üzerine ışık vurulduğu zaman bu nedenle parlamaz ve olası
bir efekt hatasına sebebiyet verilmez. Işık yalnızca elinde tuttuğu eşya üzerinden
yansır ve görünür olur. Daha sonra siyahlar silindiği zaman elimizde uçan bir
gazete, sandalye veya pantolon olur.
İpler ile çekilen bardaklar veya kapı gibi basit çekim hileleri de
bulunmaktadır. Ancak bunlar basitçe fark edilebilecek yöntemler olduğundan her
birinden şu anda bahsedemiyoruz.
Çekimler bittiğinde yönetmenin elinde binlerce metre film şeridi vardı.
Dönem şartlarında böyle zor bir filmi kurgulayarak seyirciye sunmak eskilere
duyduğum saygıyı katlayarak arttırıyor. Filmciliğin stüdyo ve montaj odası
arasında gidip gelmek değil, resmen bir savaş olduğunu kanıtlar nitelikte.
Platon’un Devlet kitabında veya çok daha popüler bir örnek olan Death Note
isimli animede işlenen bir konsept vardır: Yakalanma korkusu bulunmayan
insanın yozlaşması. İster arkadaşınızın parasını çalmak ister devletin malını
çalmak olsun ahlaki değerlerin yanında yakalanma korkusu da bu eylemlerin
önündeki büyük bir engeldir. Zamanı durdurabilseniz veya filmimizdeki gibi
görünmez olabilseniz, belki en başta ahlakınız gereği fazla ileri gitmezsiniz.
Mesela açsınızdır ve bakkaldan bisküvi çalarsınız. Çünkü eğer yeteneğinizi kendi
emelleriniz için kullanmazsanız boşa gittiğini hissedersiniz. Ahlak timsali
okuyucularımızı bir kenarda tutarak insanların hatırı sayılır bir kısmının
bisküviyle başlayan yolculuğunun sonu tahmin edilemez bir yere varabileceğini
düşünmekteyim. Bu yazara göre insan özünde kötüdür.
Filmde John Griffin de böyle bir dönüşüm geçirmektedir. İlk başta herhangi bir
şahsi çıkar gözetmeksizin yalnızca kendisini kurtarmayı ister. Yerleştiği
pansiyondan bir şey çalmaz veya odaya sessizce girerek yerleşmez. Ancak zaman
içinde tekrar görünür olmak için çalışma yapmaz. Görünmezliğe bağımlı olur.
Toplum içinde kargaşa çıkarır, polis öldürür, banka soyar. İşçileri sebepsiz yere
uçurumdan atacak kadar ileriye gider.
Filmin büyük eksilerinden biri bu dönüşümün oldubittiye getirilmesi. Kısa
süre önce acıdığımız bir adamın aniden suç imparatoruna dönüşmesinin bu kadar
hızlı işlenmemesi gerektiğini savunuyorum. Film 1 saat 10 dakika yerine standart
bir süre olan 1 saat 30 dakikaya uzatılsaydı ve Griffin karakterinin psikolojisi
diyaloglar aracılığıyla seyirciye iyice aktarılsaydı ben dahil birçok kişinin
gözündeki değeri artacaktı. Ancak bunu yalnızca yönetmene yıkamam. Dönemin
sinema normlarını dikkate aldığımız zaman pek olağan dışı bir durum söz konusu
değil. Özellikle 50’lerden öncesinin bilimkurgu filmlerinde işler çok
kurcalanmamaya çalışılır. Bu nedenle fazla eleştiri yapmak mümkün değil.
Son olarak da Griffin’in idealini konuşalım. Şahsen bana yine gerçeklikten kopuk
gibi geliyor. Bir bilim adamının işçi ve polis öldürerek dünyaya kaosu
getirebileceğini düşünmesi ne kadar mantıklı siz söyleyin. Ancak varsayalım ki
Griffin başarılı oldu. Onun bu eylemlerinden kuvvet bulan insanlar şehirleri yakıp
yıkmaya başladı. Peki bunca şeye değer miydi?
Griffin etrafı polislerle sarılıyken bile sevdiği kadını görünce afallıyor. Her ne
kadar halen dünyaya hükmetme gücünden bahsetse de Kent’le konuşurken
olduğu gibi değil. Griffin’in yaşadığı güç zehirlenmesinin bu nedenle geçici
olduğunu düşünüyorum. Kendinden fazlasıyla emin gözükse de aslında ne
istediğini bilmeyen bir adam. Sevgilisiyle mutlu mesut yaşadığı bir hayatı
kolaylıkla tercih edebilirdi. Bahsettiğim gibi elindeki gücün boşa
harcanmasından ürküyor olabilir. Belki de bu nedenle kafasında kurduğu yeni
dünya düzeni planına hizmet etmeyecek olsa bile masum insanları katletmeye
başlıyor. Yalnızca görünmezliğinden faydalanmak için. Bu faydalanma eylemleri
ona zevk veriyor.
Griffin’in son sözleri: “İnsanoğlunun bulaşmaması gereken şeylere bulaştım.”
oluyor. Aslında bu söz bana Griffin’in pişmanlığını mükemmel şekilde anlatan
bir söz. Boyundan büyük işlere kalkıştığının farkında. Peki neden? Güçlü bir
insan olduğunu kendisine kanıtlamak için belki de. Suç ve Ceza romanından
Raskolnikov’un makalesini hatırlayın. Üstün insanların zayıfları öldürmekten
suçluluk hissetmeyeceğini hatta bunu yapmaları gerektiğini savunuyordu
karakter. Griffin’in içinde bulunduğu psikoloji de buna yakın olsa gerek. Kendi
açısından bakıldığı zaman öldürmek için tek haklı bahanesi bulunan kişi Doktor
Kemp’ti. Diğer herkes çılgın bir kimyagerin ego bastırma sürecinde yitip gitti.
30’ların görüntüsüne bayılırım. Filmin kalitesi ve anlattıkları bir kenarda dursun,
neredeyse 100 yıl önce bin bir emek ve zorlukla ortaya çıkarılmış eserleri izlemek
bana keyif verir. The Invisible Man’de hem bu sevdiğim dokuyu hem de ilgi
çekici bir hikayeyi izleme fırsatı yakaladım. Yıllar önce ilk izlediğimde beni
büyüleyen film bugün hala etkisini devam ettiriyor.
Kimi seyircilerin 60, 70 hatta 80’ler öncesine karşı bile olumsuz bir önyargı
ile yaklaştığının farkındayım. Bu filmde yazan 33 sayısı gözünüzü korkutmuş
olabilir. Ancak unutmayın ki sinema bir eğlence aracı olmasının yanında zengin
bir kültürdür. Kültürün zaman içerisindeki değişimini gözlemlemek için de bu ve
bu gibi filmlere de ihtiyacımız vardır. Elbette modern zaman filmlerinden ziyade
şiddetle ve hiddetle daha eski filmlere yönelmenizi tavsiye ediyorum. Sinemanın
henüz yalnızca finansal amaç güden fabrikasyon izlencelere dönüşmediği, ortaya
bir eser çıkartma düşüncesine tutkuyla yaklaşıldığı zamanlardan öğrenecek
şeyleriniz olabilir. Bizden bu kadar.