Memento (2000)

Yazar: Erel Destan 

 

01.09.2024

Soğukkanlılıkla işlenen bir cinayet sahnesi ile açılan film, başta anlam
verilemeyen bir sebepten ötürü geriye doğru oynatılıyor. Daha açılıştan bile
Memento’nun orijinallikte sınır tanımayan yapımlardan olduğunun esintilerini
hafif hafif hissetmemizin ardından yönetmen Christopher Nolan, neden kafa
yakmalı beyin uçurtmalı filmlerin şahı olduğunu çözülmesi en zor filmi ile
kanıtlıyor.

-Leonard’ı canlandıran aktör Guy Pearce, amnezi ile ilgili derin araştırmalar
yapmıştır.
-Sammy Jankis’in tüm diyalogları doğaçlamadır. Bu yazarın şahsi favori repliği
“Al bunu test et kodumun şarlatanı” repliğidir.
-İlk sahnede tüm sesler geriye oynatıldığı halde Teddy’nin “Hayır!” diye
bağırması istisnadır.
-Teddy’nin ehliyetinin son kullanma tarihi 29 Şubat 2001’dir. Fakat 2001 yılında
şubat ayı 29 çekmez.
-Teddy’nin telefon numarası 555 0134’tür. Bu numara aynı zaman Fight
Club(1999) filminden Marla Singer’a aittir.
-Çekimler 25 günde tamamlanmıştır. Natalie’yi canlandıran Carrie-Anne
Moss’un çekimleri ise yalnızca 8 gün sürmüştür.
-Teddy karakterini canlandırması için Joe Pantoliano’yu öneren kişi Carrie-Anne
Moss’tur.
-Jimmy’nin ölüm sahnesi çekilirken Jimmy’i canlandıran aktör Larry Holden,
Guy Pearce’a gerçekten dayak atmasını söylemiştir. Guy Pearce ise eski bir vücut
geliştirmeci olarak tabiri caizse ağzını yüzünü morartmıştır.
-Guy Pearce, çekimlerden önce yaklaşık 105 kiloydu. Çekimlere kadar kısa süre
içerisinde yaklaşık 25 kilo verdi.
-Dikkatli izlerseniz, Sammy’nin akıl hastanesinde görüldüğü sahnede
Sammy’nin önünden biri geçer. Bu kişi geçtikten sonra saniyelik olarak
sandalyede oturan kişinin Leonard olduğunu görürüz. Sahnede ileride
öğreneceğimiz bilgilere dair bir foreshadowing bulunmaktadır.
-Memento, Latincede “Hatırla” demektir.
-Posterdeki “Droste Efekti” olarak bilinen, resmin içinde yine aynı resmin yer
alması olayı Nolan’ın 1997 tarihli kısa filmi olan Doodlebug’a göndermedir.

Memento’yu ilk izlediğiniz an özeldir. Sevin veya sevmeyin, eğer film
hakkında bilginiz olmadan izliyorsanız ilk sahnelerde bir tuhaflık olduğunu fark
ettikten sonra üzerine düşünür, belki de hayret edersiniz. Herhalde bunu ilk
çakozlayacağınız kısım, Teddy’nin resepsiyona gelerek “Leonard!” diye
seslendiği sahnenin 2 kez tekrarlanmasıdır. Daha sonraki renkli sahneler de aynı
şekilde işliyor: Bir önceki renkli sahnenin başı, ardından gelenin sonu olmuş
oluyor. Yönetmen Nolan, en azından sahneler arasında bu bağı kurarak
seyircilerin kafasını iyice folofoş olmaktan kurtarmış.
Filmin en büyük alamet-i farikasının “geriye doğru gitmesi” olduğunu
söylesek yalan olmaz herhalde. Ayrıca bu hafıza atlaması olayı Leonard kadar
bizim de kafamızı karıştırmaya başlıyor. Uyanıyor ve elinde içki şişesi var veya
yolun ortasında koşuyor. Oraya nasıl geldiğini biz de bilmiyoruz. Bilmemiz için
daha öncesini anlatan sahneyi beklememiz gerekiyor. Yani aslında nedenselliğin
tam zıttı, önce sonuçlar sonra nedenler sunuluyor önümüze.
Genel kanıya bakarsak filmlerin sonu en vurucu, hatta popüler bir görüş
olmasa da izlemenin temel gayesi olarak sayılır. Çünkü serim ve düğümün
ardından artık tüm kozların oynandığı o çözüm bölümü, o climax anı gelmiştir.
Fakat Memento’da biliyoruz ki her şeyin çözülmüş olmasını bekleyeceğimiz bu
anı biz daha ilk dakikadan görüyoruz. Heyecanı nerde bunun?
Filmimizin keyfi ve heyecanı tüm sürecin içerisine yedirilmiş durumda.
Kronolojik olarak son sahneyi, yani Teddy’nin ölümünü gördükten hemen
sonraki sahnede onu canlı gördüğümüzden itibaren başlayan yolculuğumuz,
kurgu harikası olarak özene bezene tasarlanmış senaryonun içerisine kendimizi
kaptırmamız ile devam ediyor. Kronolojik bir hikayenin aslında serim bölümü
olması gereken ve Leonard karakterin motivasyonunu öğrendiğimiz son sahne ise
muazzam bir twist yaparak filme bakışımızı tümden değiştiriyor. Eğer Leonard’ın
amacına çoktan ulaştığını fakat sadece fantezist ve hedonist bir puşt olduğundan
devam ettiğini daha en baştan öğrensek aynı çekiciliği kalır mıydı?
Memento, insanı basit heyecan kuruntularıyla kandırmaya çalışmıyor.
Herkes bağlantı kurmaktan hoşlanır. Gökyüzündeki bulutları şekillere benzetmek
veya olur olmadık yerlerden örüntü yakalamak gibi zevklerimiz vardır. İşte
Memento’nun büyüsü de burada. Seyirciye her sahnesiyle bağlantı kurma imkanı
tanıyor. “Aa bu burdan gelmiş, aa şunla şöyle tanışmış” şeklinde düşündüğünüz
için daima dinamik ve aktif bir izleyici olarak filme katılıyorsunuz. Bu odağı
kuvvetlendirirken diğer yandan filmi benimsemenize olanak sağlıyor.

Film, şu temel kurgu üzerine oturtulmuş: Bir renkli, bir siyah beyaz. Renki ve
siyah beyaz sahneler birbiri ardınca sıralanarak aslında geçişleri
yumuşaklaştırarak etkileyiciliği arttırıyor. Eğer siyah beyazları komple
çıkarırsak, renkli sahnelerdeki hafıza kaybetme anlarında mecburen bir “cut”
girecekti ve bambaşka ortamlarda bulacaktık kendimizi. Tempoyu bu denli
yüksek tutmak seyirciyi yorar ve kimi zaman baymalarına sebep olur. Ayrıca
filmin büyüsünün de bozulmasına sebebiyet verebilir. Nolan da bu gerçeğin
pekala farkında olduğu için cut girmek yerine hemen araya başka siyah beyaz
sahneleri sokuşturarak filmi yumuşatmış oluyor. Bu dediğim siyah beyaz
sahnelerin yumuşak ve sade olduğu gibi anlaşılmasın, seyirciyi kısa süreli olarak
olaydan uzaklaştırarak apayrı hikayeler ile tekrar karşısına çıkıyor. Bu sayede az
önce yaşananlar beyinde işlenmeye devam ederken diğer yandan da merak
duygusu sürekli olarak aktif kalıyor.
Renkli sahnelerin aksine, siyah beyazların lineer şekilde aktığını fark
etmek pek zor değil. Leonard her seferinde Sammy Jankis’in hikayesini
ilerletiyor. Ayrıca fark ettiğimiz detay, Leonard’ın gelen telefonu hiç
düşünmeden açıp konuşmaya devam etmesi. Telefonla konuşmayı sevmediğini,
muhatabının yüzüne bakmak istediğini söyleyen biri olduğunu bildiğimizden
ötürü bu sahnelerin telefonla konuşmama kararı alınmadan önceki zaman
diliminde geçtiğini çözümleyebiliyoruz. Acaba iki zaman dilimi çakışacak mı
sorusu da film boyunca kafamı kurcalamıştı.
Nolan baba, bu zaman dilimlerinin ortada buluşmasını da Leonard’ın
katarsis anına, filmin belki de en vurucu yerine denk getiriyor: Leonard sonunda
karısının katilini ve yaşadığı acının sorumlusu adamı bulmuştur. Bahsettiğim
sahne siyah beyazdan renkliye dönerken ne hissettiniz bilmiyorum ama benim
hissettiğim şey saygıydı. Nolan, modern yönetmenler arasına işine halen tutkuyla
yaklaşan sayılı insanlardan biri. İkinci uzun metraj filmi olan Memento’yu bu
denli ince eleyip sık dokumasını takdire şayan bulmayayım da ne yapayım?

Pek akla yatmayan bir hikaye değil mi? Hadi bakış atalım.
Açıkçası filmi ilk izlediğimde Sammy’nin hikayesi ve ardından karısını
öldüren kişinin aslında Leonard çıkması bana zorlama gelmişti. Zaten amnntezi
benzeri bir rahatsızlıkla boğuşurken öte yandan kendi geçmişini tamamen
kopararak bunu Sammy denen adamın tekine yüklemesi fikri uçuktu. Fakat
unutmayın ki insan bir makinedir. Bizler mutlu olmak isteriz ve bunun için de
yapamayacağımız şey yoktur. İnsan beyni dopamin hormonu için tabiri caizse
kudurur. Zira uyuşturucuların bile hedeflediği bölge beyindeki dopamin
salınımını uyaran VTA gibi bölgelerdir.
Leonard’ın beyni de bahsettiğim dopamin sirkülasyonunun daha verimli
devam edebilmesi amacıyla kendi karısını öldürdüğü gerçeğini silerek
Leonard’ın her avından sonra yüksek miktarda dopamin uyarımı sağladığı
kanısındayım. Kendisine günah keçisi olarak da Sammy’i atadıktan sonra ise plan
tamamlanmış olacak. Karısını öldürmüş olmanın acısı çekmiyor, öldürdüğü
adamları neden öldürdüğünü dahi bilmiyor. Ama düşünün, hayatınızı adadığınız
işinizde başarılı olmanın verdiği his gibisi var mıdır? Leonard’ın peşine düştüğü
de işte tam olarak bu his. Psikoz benzeri bir vaka olmasa dahi psikolojik sorunu
olduğu aşikar. Yaşadığı travma sonrasında şahsi emellerine hizmet edecek hayali
bir karakter yaratması, her gün bir yeni deli gördükten sonra benim için giderek
daha çok gerçekçilik kazandı.
Leonard’ın her tanıştığı insana Sammy’i anlatması da aslında gayet
açıklanabilir. Teddy’nin dediğine göre hikaye her seferinde büyüyor, yani
muhtemelen Leonard hikayeye yeni detaylar uyduruyor. Kendi rahatsızlığını
kendisi üzerinden anlatmak yerine Sammy Jankis’i kullanması ise Sammy’e
yüklediği karakterden daha da soyutlanmak. “O ben değilim, o Sammy işte!”
şeklinde farkında olarak veya olmadan kendisine bu mottoyu her daim telkin
etmek. Uydurma karakterine daha fazla boş beleş detay ekleyerek kendisinden
olabildiğince uzaklaştırmak. Hedefinde başarılı olduğu da söylenebilir. Ne de
olsa karısını öldüren kişinin aslında kendisi olduğunu unutmuş, değil mi?
Hafıza, insanın her şeyidir. Amnezi veya alzheimer hastalığından muzdarip
tanıdıklarınız varsa bu deneyimlerin ne kadar feci, ne kadar vahim olduğu
hakkında fikriniz vardır. Leonard da böylesine acınası bir varlık işin özünde.
Kendi egosu ve zevkleri uğrunda masum insanların, dostunun bile canına kıyan
bir cani. Belki de karısından bile daha büyük kaybı olan hafızasının ardında
bıraktığı boşluğu ancak böyle hayvani eylemler ile doldurabiliyor. Filmin
etkileyiciliğini arttırmak için iyi adamdan kötü adama keskin bir dönüş yapsa da
bu dönüşün karakterin hayal ürünü olduğu gerçeğini fazlasıyla öne çıkardığını
düşünüyorum. Eyvallah, beyne makine dedik ama o kadar da değil. Herhangi
maddi bir çıkarı bile olmayan bu insan avlama işinde ne kadar süre boyunca
tutunabilir? Veya her seferinde mi aynı kararı alır? Bu saf kötü adam fikri elbette
Memento’yu Memento yapan başlıca sebeplerden olsa da dediğim gibi artık bunu
yememeye başladım. Subjektif bakışım, Leonard hakkındaki gerçekten son
derece tatmin olsa da objektif bakışım bunu reddediyor.

Daha önce hiç kullanılmış hissettiniz mi? İyi niyetin suistimal edilmesi kadar
berbat hissettiren az duygu vardır. Fikrimce filmin en önemli anlarından biri
Leonard’ın Natalie tarafından kullanıldığını öğrenmesi. Aslında Teddy buna
değinmişti. Öldüreceği kişiye yalnızca bazı yazılara bakarak karar veren birinin
kasten yanlış yönlendirilmesi gayet olasıydı. Nitekim Natalie de bu açıktan
faydalanarak Todd’dan kurtulmak istedi.
Leonard’ı kullanan tek kişi Natalie de değil. Hatırlarsanız Teddy de
amfetamin alışverişi yapacağını söyleyerek Jimmy Grantz’i kandırmıştı. Bunun
sebebi de Leonard’ı kullanarak Jimmy’nin getireceği 200.000 dolara çökmekti.
Leonard’ı köpek misali Jimmy’nin üstüne salarak öldürtecek ve zengin olacaktı.
Ayrıca büyük ihtimalle John G’lerin peşinde koşturup aynı şekilde onları da
Leonard’a öldürterek kendi hayvani içgüdülerini bastırıyor. Bir polisin masum
insanların ölümüne göz yummasına, hatta Leonard’ı bu yolda teşvik etmesine
başka anlam veremiyorum.
Öyle ki Leonard kendi kendini de kullanıyor. Bahsettiğimiz ödül
mekanizmasını harekete geçirmek için kendisini kandırıyor. Karısının kanını
yerde bırakmamak iyi niyetini olabilecek en aşağılık şekilde suistimal ediyor.
Kısacası Leonard bir enayi. Enayiliği kendi saflığından kaynaklanmasa
dahi varılan yer aynı: Kullanılmak. Sıradaki John G’yi öldürüp sonrakine
geçtiğinde ve dolayısıyla yeni insanlarla tanıştığında kullanımlık insan olmaya
devam edecek. Çünkü ellerine böylesine güçlü bir koz geçen herkes bu kozu
kullanmak ister. Leonard, kendi egosunu yenerek gerçek John G’nin öldüğünü
göğsüne dövme yaptırana kadar enayi olarak kalacak.

Nolan derken yalnızca yönetmeni kastedersek, Memento da dahil olmak
üzere birçok Christopher Nolan filminin önemli yapıtaşlarından olan bir adamın
hakkına girmiş oluruz: Jonathan Nolan. Yönetmenin küçük kardeşi olan yazar
Jonathan, abisinin birçok filmine senaryo olarak katkı sağlamıştır.
Inception(2014), Batman: The Dark Knight(2008), The Prestige(2008) gibi
Nolan filmografisinin başarılı örnekleri olarak görülebilecek eserlere ikinci
senarist olarak katılmanın yanında, Memento’nun uyarlandığı “Memento Mori”
isimli kısa hikayenin de yazarıdır. Hikaye ve film tam olarak örtüşmeseler de
yönetmen Nolan’ın kafasında Memento filmi fikri oluşmasındaki en önemli
etkendir.
Her ne kadar ana fikri kardeşinden almış olsa da Christopher Nolan,
Memento’nun senaryosunu tek başına yazmıştır. Bir röportajında söylediğine
göre diyalog yazma konusunda kendisini başarılı görmüyordu. Yazdıkları her
zaman zorlama ve sahne duyuluyordu. Diyalog konusunda kendisine ilham verici
olarak gördüğü isim ise tahmin edeceğiniz üzere Quentin Tarantino ve özellikle
de onun Pulp Fiction(1994) filmi. İzleyenler bilecektir ki bu yapımdaki
diyalogların akıcılığı ve doğallığı, onu “En iyiler” listelerine sokacak belki de 1
numaralı faktördür. Dolayısıyla Nolan da bu noktada kendisini gazlayarak
kitaplara, özellikle de polisiye türüne yoğunlaşmaya başlıyor. Memento’nun o
dönem çıkan birçok filmden daha uzun ömürlü olmasını da bu kitaplara
yoğunlaşmasına bağlıyor. Siz de hak verirsiniz ki filmdeki diyaloglar son derece
akıcı.
Christopher Nolan, kendi çocukluğunda sinema filmlerinin 1’den çok kez
izlendiğini ancak bu aktivitenin giderek azaldığını ve Memento’yu tasarlarken
kafasına koyduğu önemli amaçlardan birinin filmi 2 kere izlenebilecek bir yapım
olması olduğunu söylüyor. Filmin içerisindeki tonlarca detay ve karışık kurgunun
temel sebeplerinden biri de bu yaklaşımı olsa gerek.
Memento’nun senaryosu tahmin edeceğiniz üzere lineer olarak yazılmıştır.
Her şey olması gerektiği gibidir ve hikaye Teddy’nin ölümüyle biter. İşleri
kolaylaştırmak için ilk önce bu metot izlenmiştir. Daha sonra Nolan, kafasındaki
vizyonu tam olarak yerine oturttukça bütünü parçalara ayırarak izlediğimiz haline
çevirmiştir. Sonu başa, ortayı sona koyarak gerçek bir zaman lordu olduğunu
kanıtlamıştır.

Film, neredeyse istisnasız kaliteli filmler üreten “Noir” akımının devamı
olan “Neo-Noir” tarzıyla çekilmiştir. Noir filmlerde genellikle iyi yoktur veya
çok çok azdır. Genellikle oportünist ve tehlikeli karakterlere ev sahipliği yapar.
Minimal ışıklandırma ile kasvetli atmosfer sağlanır. Hemen hemen hepsinde ana
veya yan karakterleri sıkıntılı durumlara sürükleyen “Femme Fatale” adı verilen,
“Ölümcül Kadın” olarak Türkçeye çevrilebilecek kadın karakterler bulunur. Suç
her zaman ön plandadır. Bkz: Double İndemnity(1944), The Third Man(1949),
Killer’s Kiss(1955)…
Noir akımının sona ermesinden sonra Neo-Noir(Yeni Noir) adı verilen yeni
bir akım ortaya çıktı. Eski Noir kasvetinin bir nebze törpülenmesi ve olayların
nispeten daha modern dünyada geçmesi farklar göründü. İşte Memento’da bu alt
türün başarılı örneklerindendir.
Siyah beyaz ve renkli sahneleri ayırmak için de palet dışında ışıklandırma
ve kamera açıları da belirgin farklar göstermiştir. Zaten kısıtlı düzeyde kullanılan
ışık iyice kısılmıştır ve karanlık bir ortam yaratılmıştır. Muhtemelen kameranın
ISO ayarı normalden düşük seviyede tutularak gölge-ışık arası renk kontrastı
iyice arttırılmıştır. Özellikle Leonard’ın yatakta telefonla konuştuğu sahneler, bu
kontrast sayesinde hayli ağır bir havaya bürünmektedir.
Uygulanan teknikler olarak siyah beyaz otel sahnelerinde “High Contrast
Lightning”i andıran bir ton, renkli sahnelerde ise çoğunlukla doğal ışıklandırma
kullanılmıştır. Elbette her filmde olduğu gibi bunları destekleyen doğrudan
ışıklandırma tekniğinin de yardımıyla birbirine hem yabancı hem de benzer 2
görüntü oluşturulmuştur.
Kameraya geldiğimizde en belirgin açı yakın plan olarak karşımıza çıkıyor.
Özellikle telefonla konuşma sahnelerinde Leonard’ı uzun yakın plan çekimleri ile
seyretmekteyiz. Hatta kimi zaman “ekstrem yakın çekim” olarak bilinen bütün
içerisindeki küçük bir ayrıntıya, ki filmde çoğunlukla dövmeler oluyor,
odaklanılmasıyla oluşan plan da kullanılmıştır. Özellikle “John G karıma tecavüz
etti ve onu öldürdü.” dövmesine uygulanan ekstrem yakın çekim tekniği dram
seviyesini yükselterek Leonard’ın yanında saf almamız ihtimalini arttırıyor.
Filmin görüntü yönetmeni Wally Pfister’ı ışık ve kamera hususlarındaki
başarısından ötürü tebrik etmeden geçmeyelim.
Sunumda bir anlayış vardır: Anlatma göster. Bu anlayışı her zaman doğru
bulmasam da sinemayı kitaptan ayırmak için çoğunlukla doğru olduğunu
düşünüyorum. Memento, Sammy’nin hikayesini hem anlatıp hem de göstererek
sunumda farklılığa gidiyor. Yaşananları sadece Leonard’ın ağzından dinleseydik
kafamızda bu kadar net bir görüntü oluşturamazdık herhalde. Benzer şekilde
Leonard’ı hiç görmesek ve yalnızca Sammy-Leonard ilişkisinden oluşan uzun
flashbackler izlesek bu kez de kopukluk hissiyatı boy gösterirdi. Ağırlık sözlü
anlatımda olsa bile anlatılanların Sammy ve karısının görüntüleri ile
desteklenmesi filmi bir katman genişletiyor.

Memento, kesinlikle ayıkken izlenmesi gereken yapımlardan. Bu gizem dolu
öykünün içerisine kendinizi de koymalı, olanları beyninizde işleme sokmalısınız.
Şahsen bu filmi çok küçükken izlediğimde gizem filmlerine bakış açımı
kökünden değiştirmişti. O zamanlar içerdiği yoğun hikaye tarafıma tam olarak
geçememiş olsa da yalnızca orijinalliği bile bir çocuğun aklını uçurmak için
yeterliydi. Bugün dönüp tekrar baktığımda fark ettiğim şey adeta şarap gibi
yıllandıkça tatlandığı. Beni en çok merak içine sokan yapımlarda zirveye
oynayacağına şüphem yok.
Son olarak filmdeki favori sahnemi belirteyim: Leonard’ın evine fahişe çağırarak
kendisine kurduğu oyun. Ne sahne ama! Karakterin çaresizliği daha iyi
anlatılamazdı herhalde. Eşyaları yakmadan önce son kez her şey yolundaymış
gibi hissetmek istiyor Lenny. 10 saniyeliğine de olsa amacına ulaşıyor. Böylesine
basit bir sahneye bile yoğun duygular yüklemeyi başarıyor Sir Nolan Bey. Evet,
Chirstopher Nolan 2024 yılında sinemaya katkılarından ötürü şövalyelik ünvanı
almıştır, bilgi olsun.
Çıtırından kalkma saatimiz geldi. Giderayak gazınızı alamadıysanız ve sağlam
beyin yakmalı film önerisi isterseniz de Primer(2004)’ü yapıştırın ve geçin. Hadi
bana eyvallah.