Whiplash (2014)
Yazar: Erel Destan
01.09.2024
Ülkenin en prestijli ve başarılı konservatuarlarından biri olan Schaefer
Konservatuarı’nda eğitim gören baterist Andrew Neiman, tek başına baterisinde
antrenman yaparken okulun en saygın hocası Terence Fletcher’ın dikkatini çeker.
Kendine özgü motivasyon tekniğiyle korkulan ancak başarısından ötürü ses
çıkarılmayan Fletcher, Neiman’dan bir müzik devi yaratmayı amaçlamaktadır.
-Filmin çekimleri 19 gün sürmesine rağmen montaj masasında atılan bir sahne
tam 1 günü almıştır. Yönetmen Chazelle bu sahneyi kullanmasalar oyuncuların
birbirine ısınmasını sağlaması açısından bu sahneyi önemli bulmaktadır.
-Fletcher’ın Neiman’ı tokatladığı sahnede ilk başlarda J.K. Simmons gerçekten
vurmuyordu. Miles Teller’dan da izin alarak son çekimde Simmons sağlam
tokatlar attı. Filmde gördüklerimiz de işte bu tokatlar.
-Teller gerçek hayatta da davul çalıyordu. Ancak filmde kullanılan parçaların
zorluğu nedeniyle elleri kimi yerlerde gerçekten kanadı.
-J.K. Simmons yalnızca tek bir sahne için piyano kursu almıştır.
-Filmde Neiman’ın bulunmadığı tek bir sekans bile yoktur.
-Blumhouse Productions’ın yapımcılığını yaptığı ve korku filmi olmayan nadir
filmlerden biridir.
-Yardımcı erkek oyuncu, ses miksajı ve montaj dallarında toplam 3 adet oscar
kazanmıştır. J.K. Simmons ise Oscar dahil 47 ödül kazanmıştır.
-Miles Teller filmin bazı müziklerindeki davul seslerini kendisi çalmıştır.
-Filmin çekiminden tamamlanmasına kadar süren süreç yalnızca 10 hafta
sürmüştür.
-Yönetmen Chazelle, çekimler esnasında trafik kazası geçirmiştir.
Neiman basit bir öğrenci. Kafeden tanıdığı kıza çıkma teklif eden, ailesiyle
zaman geçiren, hemen hemen her genç gibi bir adam. Ancak onu sıradanlıktan
çekip alan; yepyeni bir hayat anlayışı, görülmemiş bir disiplin sunan adamla
karşılaşır: Fletcher.
Neiman iyi bir müzisyen. Motivasyon kaynağının ciddi bir bölümünün de
başta “Buddy Rich” olmak üzere hayranı olduğu bateristler gibi olma hayalinden
kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz. Ancak gelgelelim Neiman’ın
motivasyonunun filmin ilerleyen dakikalarında nasıl eğilip büküldüğünü
izliyoruz. Aklının bir ucunda her zaman adı geçen bir baterist olmak olsa dahi,
uğrunda her şeyini ortaya koyabileceği asıl gaye Fletcher’ın takdiri. İkilinin
çatışmaları ikisinin de motivasyonunu zirveye çıkarıyor.
Neiman, üzülerek söylüyorum ki, gerçekçilikten giderek uzaklaşan bir
karakter. Belirli steryotiplerin uygun kombinlenmesinden doğmuş, kendine has
bir çekiciliği olmayan, oyuncusu Miles Teller tarafından da iyi yansıtılamadığını
düşündüğüm ve hiçbir şekilde empati kuramadığım biri. Filmin en zayıf
halkalarından biri olarak gördüğüm Andrew Neiman karakteri, Fletcher gibi
muazzam bir karakter ve sağlam bir senaryonun yanında fazlasıyla sönük kalıyor.
“Hırsı uğruna her şeyi feda edebilecek adam” konseptinin basitleştikçe
basitleşmesinden doğmuş bir sentez yalnızca.
Herhalde filmin en tartışmaya açık noktasına geldik. Fletcher’ın ne kadar haklı
olduğu hususuna biraz göz atmayı deneyelim. Ancak burada göz önünde
bulundurmamız gereken iki bakış açısı mevcut: Etik ve başarı.
Öncelikle etik olarak düşünürsek üzerinde zıt düşülebilecek pek bir nokta yok.
Fletcher’ın insanlık dışı muamelesi, öğrencilere ağır duygusal hasar bırakmanın
yanında sinirlendiği zaman eline geçen eşyaları fırlatmasıyla geri dönülemez
zararlar vermenin sınırında gezmektedir. Ama şu noktaya değinmek istiyorum:
Etik nerde başlar nerde biter? Dünyayı pembe gözlerle görmeye ant içmiş, aşırı
hümanist ılık bireyler elbette Fletcher’ı bir cani ve bir kötü adam olarak görmek
zorundadırlar. Fletcher’ın bir anti-kahraman olduğu doğru, evet. Ancak durum şu
ki insanı incitebilecek her davranışa etik dışı diyerek kestirip atarsak bu işin sonu
gelmez. Burada Fletcher’ın masum olduğunu savunacak değilim, ancak
canavarlaştırılacak bir karakter olduğunu da şiddetle reddediyorum. Hataları
olan, kimi zaman hırsına yenik düşen, obsesif, egoist, çalkantılı bir ruh haline
sahip olan bir karakter. Başarısıyla arasına girebilecek her detayı temizlemeyi
görev edinmiş gerçek bir görev adamı. Yazım olarak müthiş bir karakter
olduğuna inanıyorum.
Başarı penceresinden bakacak olursak ise yine hiç şüphe yok ki bu kez de
Fletcher’ı haklı görmekten başka seçeneğimiz olmayacaktır. Hırs ve inat, dozu
yakalandığı zaman insanı tahmin edemeyeceği kadar yükseklere fırlatır. Caravan
solosunu almak için Neiman’la yarışan iki rakibi bile kısa süre içerisinde
kendilerini aşmışken gözlerinden ateşler fışkıran Neiman şovuna şov katar.
Fletcher’ı etkileyebilmek için dış dünyaya kendisini kapatır ve yalnızca bateriyi
görür. Sonunda rakiplerini ezer.
İkisini bir arada değerlendirdiğimizde ise nihai olarak Fletcher’ı haklı buluyorum.
Müzik sadece ama sadece bir disiplin işidir. Başarılı olmak isteyen insan ona
hayatını adamak zorundadır. Bu işi bir eğlence aracı olarak gören insan hiçbir
zaman adını tepeye yazdıramaz. Müziği yenmeye gelen her aday en sonunda
onun önünde diz çöker. Bana kızacak okurlarımıza pamuk şekerden yapılma
hayatlarının yumuşak merdivenlerini çıkarken başarılar dilemekten başka bir şey
elimden gelmiyor. Hayata beş sıfır önde başlamayanlar için fedakarlıklar
zorunludur, kazanmak isteyen geleceğin büyük insanları bu fedakarlıkların
varlığından haberdarlardır ve kendilerini buna göre hazırlarlar. Tozpembe bir
hayat zayıf insanlar yaratır. Neiman filmin herhangi bir dakikasında, herhangi bir
saniyesinde artık bunlara katlanamadığını söyleyerek stüdyoyu terk edebilirdi.
Orada zorla tutularak işkence edilmiyordu. Sadece başarıya giden merdivenin kan
ter ve gözyaşlarıyla tırmanılacağının farkındaydı.
Whiplash’in ışıklandırmasında ve renk paletine hayran kalmamak mümkün
mü?
Colour Grading’i başlı başına bir sanat olarak görürüm. Filmin hafızalara
kazınan paletleri, seyirciyi ciddi manada bağlar. Örneğin en basitinden bir soru:
Matrix deyince aklınıza gelen ilk renk nedir? Sanırım bu soruya “yeşil” demeyen
yoktur. Yeşil rengin akılda kalma sebebini matrix yazılımındaki kodların bu
renkte olmasından dolayı olduğunu düşünebilirsiniz ancak durum bu değil.
Filmin matrix’in içinde geçen bölümleri gözle görülür şekilde yemyeşil.
Daha birçok örnek sayabiliriz: Saw serisinde mavi ve yeşil palet kullanımı,
Amelie(2001)’deki yoğun sarı dominasyonu, Dune(1984)’da rahatlıkla
görülebilen kırmızı filtre gibi gibi. Anlayacağınız renk paleti filmin bir karaktere
sahip olmasında en önemli etkenlerdendir. Kimi zaman Whiplash’teki inanılmaz
derecede bariz hissedilen sarı kadar belirgin olmasa da renkler insanda çeşitli
duygular uyandırır. Filmimizdeki yoğun sarı kullanımının gerginlik yaratmak
amaçlı kullanıldığını düşünüyorum. Sarı renk birçok eserde pozitif anlamlar ifade
etse de tedirginlik ve uyarı anlamı da mevcuttur.
Fletcher’ın “Not quite my tempo” diyerek Neiman’a aynı bölümü
tekrarlattığı sahneyi düşünün. Giderek gerilen ortam, birden neredeyse savaş
alanına dönüyor. Sahneyi sarı ışık olmadan izleme şansımız olsa inanıyorum ki
halihazırda verdiği etkinin belki yarısını ancak verebilirdi.
Whiplash 2014’te vizyona girmeden önce 2013’te yönetmen Damien
Chazelle yine aynı isimde bir kısa film çekerek stüdyolardan ödenek almaya
çalışmıştır. Özellikle colour grading ve kamera açısının kıymetini net bir şekilde
görebilmeniz için bu kısa filmi herkese öneririm. Bozuk akordu tespit etme ve
“Not quite my tempo” sahnesi neredeyse birebir şekilde bu kısa filmde mevcut.
Kamera açılarından bahsedersek ise elimizde daha gözle görülebilir bir
gerçek var. Birçok filmde kullanılan, özellikle Citizen Kane(1941)’in
popülerleştirdiğine inandığım yüce karakterleri alttan, ezik karakterleri üstten
çekme tekniği Whiplash’te de mevcut. Otorite figürünü seyircinin aklına sokmak
için uygulanan basit ancak etkili bir tekniktir bu. Fletcher’ı özellikle stüdyo
sahnelerinde alttan bakarak görürüz. Güçlü karakterinin yanında bir de bu şekilde
bilinçaltımıza onun yüce kimlikli biri olduğunu iyice benimsemiş oluruz.
Fletcher, hakkında ne kadar konuşsak da yetmeyecek dolulukta bir yan
karakter. Kendisi bu doluluğunun önemli bir bölümünü ise stüdyoda anlattığı
hikayeye borçlu.
Fletcher bir gün stüdyoya geldiğinde eski bir öğrencisini anlatmaya başlar.
Sean isimli bu öğrenci onun için özel bir yere sahiptir. Trampet çalışıyla
Fletcher’ı bile etkilemeyi başarmıştır. Ancak Fletcher’ın anlatmadığı husus şudur
ki Sean alelade bir sebeple ölmemiş, intihar etmiştir.
Fletcher’ın duyduğu pişmanlık ve üzgünlük de bu sebepten, aynı Neiman’a
yaptığı gibi Sean’ın da psikolojisini alt üst edecek şekilde baskılar uygulamıştır.
Sean, bu hikayenin gerçek kurbanıdır. Hayatına son vererek ona bunları yaşatan
adamın da acı bir hatırası olarak kalmıştır.
Ayrıca filmden çıkarılan bir sahne mevcuttur. Bu sahnede Fletcher kendi
dairesinde Sean’ın trampet çaldığı bir plağı takıp efkarlanmaktadır. Sahne,
filmden hayli kopuk göründüğünden ötürü çıkarılmasını mantıklı bulanlarınız
olacaktır. Her sahnesinde Andrew’ı odak noktasına koyan bir film aniden
Fletcher’ın dramına odaklansaydı bir kayma yaşandığını iddia edebilirdik. Ancak
bu sahnenin Fletcher’ın da bir insan olduğunu hatırlatması açısından ciddi bir
öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Son sahneye kadar kötü karakter olarak
önümüze sunulan bu adamın bile insancıl, kendi içinde dertlerle yaşayan biri
olduğunu yalnızca bir buçuk dakikalık bir sahne aracılığıyla hissedebilirdik. Bu
sahnenin çıkarılması hakkında aklıma gelen ilk mantıklı yorum Fletcher’ın
gözüne girme konseptini ayağa düşürmemek, asıl övgüyü Neiman’a bırakmaktır.
Ne de olsa son performanstan sonra Neiman artık bir gözdedir. Sahnenin
çıkarılmasıyla birlikte Sean’ın hatırasını yenmiş gibi görünmektedir.
Yükselmenin insanın egosunu arttıracağı ve bir yerde sonra onu narsist, bencil
birine çevirebileceği gerçektir. Neiman da geliştikçe bu güç zehirlenmesi
kompleksi içerisine girer. Fletcher’ın baş baterist olarak onu seçmesi gibi
birtakım olaylar, çevresindekilerin başarılarını küçümsemeye ve onları yermeye
iter.
Neiman yoldan yavaş yavaş çıkar. Peki ne için?
Neiman hiç şüphe yok ki gerçek bir idealist. Aşk veya aile gibi değerleri rahatlıkla
ardında bırakıp yalnızca işine odaklanan birisi. Fletcher’la olan yolculuğu onu
bambaşka bir insan haline getirdi. Ölümcül bir kazadan kurtulduğunda bile
kafasında olan tek şey Fletcher’a kendini ispatlamaktı. Böyle insanların
başarılarının önünde hiçbir yoktur elbette. Gelgelelim öyle de oluyor, Neiman
artık düşman sayılacağı Fletcher’ın takdir dolu bakışlarını gördüğünde zaferin
tadına bakıyor. Ancak son sahnenin yapısı veya mutlu kısmı bir kenarda dursun.
Asıl değinmek istediğim nokta Neiman’ın babası.
Babasının oğluna bakışını belki şaşkınlık olarak okumuş olabilirsiniz. Veya
sadece dramatik etken olarak eklenmiş, zorlama bir bakış olarak görebilirsiniz.
Ancak benim gördüğüm tanıdığı oğlunu kaybeden bir babanın bakışıydı. Oğlu
Andrew artık bambaşka birisi, müziğin karşısında eriyip gidecek olan belki de
binlerce kişiden yalnızca bir tanesi olacak. Zaten Fletcher’ın sınıfına girdiğinden
beridir yavaş yavaş incelmekte olan aile ilişkileri, son sahneden sonra kopmuş
veya kopmaya yakın bir konuma gelecekti. Babayı bu sebepten ötürü korku ve
endişe hali içerisinde görüyorum.
Whiplash; müziklerini yıllardır dinlediğim, bana caz kültürünü sevdiren bir
yapım olmuştur. Yeni nesil filmlerde bile hala umut olabileceğini bana göstermiş,
son 20 yılı kesip atmamın önündeki engellerden biri olmuştur. Epik olmasa bile
gerçek ve dramatik bir hikayeyi olabildiğince sade şekilde ve gelişen sinema
teknolojilerinden yeterli miktarda yararlanarak önümüze sunulmuştur.
Fletcher’ın son soloda bateriden kopan zili hemen yerine taktığı sahne ise tüm
film camiasında favori sahnelerim arasına rahatlıkla girecektir.
Havada kalmış gibi gözükse de fazlasıyla tatmin eden sonu, göze hoş gelen
dokusu ve J.K. Simmons’ın yıllarca akıllara kazınacak performansı ike Whiplash,
son 20 yılın en başarılı işeri arasında gördüğüm bir eserdir.