Aliens (1986)
Yazar: Erel Destan
14.08.2022
İlk Ailen filminin tam anlamıyla devamı olan Aliens, yaratığı gemiden def ettikten sonra hiper uykuya yatan Ripley’nin şirket tarafından bulunması ve uyandırılması ile açılıyor. Yaşadığı travmalardan dolayı kabuslar görüp uyuyamayan Ripley, Lv-246’da hala xenomorphların kol geziyor olabileceğine dair iddialar duyduğu zaman ilk başta reddetse de korkularından arınmak ve intikam almak için LV-246’ya gidecek olan komando ekibine danışman olarak katılır. Amacı ise bu yaratıkları incelemek veya evcilleştirmek değil, sanki hiç var olmamışlar gibi köklerini kurutmaktır.
Ripley: Teğmen Ripley, bu filmde de gerçek bir güçlü kadın nasıl olmalıdır seyirciye göstermeye devam ediyor. Travması ile karşı karşıya gelmek için yaratıkların yanına dönen Ripley, komando ekibi için ciddi bir öneme sahip olacaktır.
Newt: LV-246’da xenomorphlar tarafından yapılan katliamdan sağ kurtulmuş tek kişi, küçük bir kız çocuğu. İsmi Rebecca olsa da insanların ona “Newt” dediğini söyler. İlk başlarda doğal olarak korkak bir tavır sergilese de zamanla Ripley ile aralarında bir anne-kız ilişkisi başlayacaktır.
Burke: Carter Burke, şirket çalışanlarından biri olup Ripley’i göreve götürmeye ikna eden kişidir. Ancak kendisi hakkında öğrendiğimiz gerçekten sonra karaktere bakış açımız değişecektir.
Hudson: “Game over man, game over!” repliği ile hafızalarda yer eden Er Hudson, tayfanın geri kalanına göre çok daha fazla dehşete düşmesi ve ortamın panik hissini arttırması ile fazla ısınamadığım bir karakterdir. Kendisini canlandıran aktör Bill Paxton ise 2017 senesinde hayata gözlerini yummuştur.
Hicks: Dwayne Hicks, tayfanın kahramanıdır ve Ripley’den sonra favori karakterimdir. Tehlikenin içine gözünü kırpmadan atlamasıyla öne çıkmıştır ve yaratıklara karşı gücünün son damlasına kadar savaşmaktadır.
Alien’ı izledikten sonra filme hayran kalan James Cameron, uzayda geçen Star Wars benzeri bir filme imza atmak ister. O zamanlar yönetmenlik tecrübesi bulunmayan Cameron, set dekorasyonlarıyla uğraşmaktadır. “Battle Beyond the Stars” filminde kullandığı yaratıcı fikirler ile muhtemel bütçeyi ciddi şekilde düşürmesinden sonra yapım firmalarının dikkatini çekmeye başlamıştır. Kariyerinde yönettiği ilk film olan “Piranha 2”den sonra ise başarılı yönetmenin yolu açılmıştır.
Uzay ile ilgili bir film çekmek isteyen Cameron, senaryo yazmaya başlamıştır. Yazdığı senaryoların çoğunda kendi annesinden ilham alarak yarattığı güçlü kadın karakterler bulunmaktadır. O zamanlar “Alien 2” olarak düşünülen projenin yönetmeni henüz belirlenmemişken birden gişeyi yerinden oynatan, Cameron imzalı “Terminator” filmi çıkageldi. Bu filmden sonra stüdyolar Cameron’a Alien 2 projesini emanet etmek istiyorlardı. Kendisi de uzayla ilgili bir film çekmek istediği için elbette Alien 2’yi kabul etti.
Yapımcılar adı daha sonra “Aliens” olarak değiştirilen bu projenin ilk filmden farklı olmasını istiyorlardı. İlk Alien filminin gişe başarısının tamamen tesadüf olduğunu ve bir daha böyle bir riske girilemeyeceğini söylüyorlardı. Cameron ise ilk filmin yarattığı dünyaya sadık kalarak yepyeni bir hikaye anlatmaya karar verdi. Bu hikayelerin taslaklarını Terminator’ün çekimlerine hazırlanırken kafasında kuruyordu ve sonunda fikirlerini hayata geçirme vakti gelmişti. Masasına Sigourney Weaver’ın resmini koydu ve diğer hikayelerinde olduğu gibi bu filmde de son derece başarılı bir kadın karakter yaratmış oldu. Yazdığı uzun senaryo ise büyük ilgi çekti ve çekimler başladı. Set ekibi senaryonun neredeyse bir telefon rehberi kalınlığında olduğunu söylüyorlar.
Filmin çekim süreci ise bir hayli zorlu. Öncelikle bütçeyi azaltmak için seti İngiltere’de kurduktan sonra oyuncu seçimleri başlamıştı. Tüm oyuncular ve set ekibi ayarlandıktan sonra her biri belki de gelmiş geçmiş en sert yönetmenlerden biri olan Cameron’ın gazabına uğrayacaktı.
Cameron’ı en çok çileden çıkaran şeylerden bir tanesi ekibin sürekli çay molasına çıkmasıydı. Bu molalar yüzünden hem zaman hem de maddi bir kayıp söz konusu oluyordu. Ancak zaten Amerikalı bir yönetmenle çalıştıkları için huzursuz olan İngiliz ekibe laf etmeye kalktığı zaman sette kavgalar eksik olmuyordu. Cameron birçoğunu kovmakla tehdit ediyor ve asabiliğinden hiçbir an ödün vermiyordu.
Ekip ve yönetmen arasındaki tartışmalar sürerken bu kavgayı ayyuka çıkaracak olan iki adam vardı: Derek Vanlint ve Dick Bush. Yardımcı yönetmen olan Derek, İngiliz set ekibi tarafından hayli sevilen ve sayılan bir insandı. Ancak Cameron ile sürekli ters düşüyorlardı. Çünkü Derek, Cameron’ı dinlemeyip birçok kez kendi bildiğini yapıyordu. Ayrıca yönetmene lakaplar takarak onu sinir ediyordu. Cameron, Derek yüzünden programda çok geriye düştüklerini düşünerek onu kovdu.
Aynı şekilde ışıklandırma asistanı Dick Bush da set ekibi tarafından sevilip sayılırdı. Ancak Dick, Cameron’ın ısrarla yaratık yuvasının karanlık olmasını söylediği halde daha kolay çekim yapılabilsin diye orayı aydınlık yaptıktan sonra işten kovuldu.
Bu iki adama ciddi anlamda saygı duyan set ekibi, Amerikalı yönetmenin kendi ülkelerine gelip onları yargılaması yetmiyormuş gibi bir de Derek ve Dick’i kovmasından sonra isyan bayrağını çektiler ve neredeyse işi bırakma durumuna geldiler. Ancak projenin riske girdiğini fark eden Sigourney Weaver, Cameron ile konuşmak ve işleri düzeltmek için onun yanına gider. Konuşmadan sonra Cameron da içinde bulunduğu riskli konumu anlamış olacaktır ki tüm ekipten özür diler ve hatalı olduğunu söyler. Bunun üstüne onu affeden set ekibi işlerine tekrar dönerler ve Aliens filmi bu sayede çıkmış olur.
Alien serisini yeni keşfetmeye başlayan seyircilerin belki de ilk dikkatini çeken şeylerden biri şüphesiz “İlk filmdeki Alien tek başına tüm tayfayı yok edebiliyorken ikinci filmdekiler nasıl sinek gibi ölüveriyor?” sorusudur. Bu soruya iki şekilde cevap vermeyi deneylim.
Her şeyden önce hatırlarsanız ilk filmdeki ekip herhangi bir askeri tecrübesi veya teçhizatı bulunmayan sıradan kargoculardı. Xenomorpha karşı tek silahları ise alev makinesiydi. Yakın mesafe silahlarını xenomorpha karşı kullanmayı düşünemezlerdi bile. Ancak ikinci filmde eğitimli askerleri izliyoruz. Her biri bombalar ve ağır mermiler ile donatılmış silahlar kullanan koca bir ekip. İlk filmdeki xenomorpha tek bir kurşun bile sıkılmadığı için ne kadar dayanıklı olduğu konusu bir soru işareti olabilir ancak Aliens ve diğer filmlerde göreceğimiz üzere aşırı güçlü olan bu avcılar kurşunlara o kadar da dayanıklı yaratıklar değiller.
İkinci olarak ise bu xenomorphların aynı tür olmadığını belirtmek gerek. Tüm seri boyunca kullanılacak olan “Xenomorph türkleri” konseptini bulan Cameron, bu konsepti kendi filminde başarıyla kullanmıştır. İlk filmde izlediğimiz yaratığa Alien camiasında “Drone” denir ve tam bir avcıdır. Kafası pürüzsüzdür ve avını gizlilikle alt eder. Çevresindeki risklerin farkındadır. Gel gelelim ikinci filmdeki yaratıklar ise “Warrior(Savaşçı)” olarak adlandırılır ve kafaları son derece pürüzlüdür. Gizliliktense toplu bir taarruzu tercih ederek avlarının işlerini bitirirler. Genel özellik olan Drone’a benzeseler de en büyük farkları uyguladıkları bu savaş doktrinidir.
Serinin ilerleyen filmlerinde bizleri pek çok farklı xenomorph türü beklemektedir ve özellikle üçüncü film, serinin diğer filmlerinde de kullanılacak olan yeni bir konsepti ileri sürecektir. Ancak şahsi fikrim bu filmlerin hiçbirinin ilk iki filme yaklaşamayacak olduklarıdır. Elbette içlerinde bulundurdukları ilginç fikirler ve temayı sevsem de işleniş olarak zayıf kaldıklarını düşünmekteyim. Bunun en büyük nedeni ise bir Alien geleneği olarak Prometheus ve Alien: Covenant hariç tüm filmleri farklı yönetmenlerin çekmiş olmasıdır.
Film sitelerinde puanlarına baktığımız zaman bu iki filmin puanlarının her daim birbirine yakın olduğunu görmek mümkün. Bir filmin bilimkurgusu bir filmin aksiyonunun ağır basmasına bu rekabetin yıllardır sürmesi ikisinin de ne derece kaliteli filmler olduğunu gözler önüne seriyor aslında. IMDB puanına bakacak olursanız Alien’ın daha yukarıda olduğunu görebilirsiniz ancak bunun sebeplerinden bir tanesi seriyi başlatan film olmasından kaynaklı. Sinemada bir devam filminin ilk filmden daha başarılı olması çok nadir görülen bir durumdur. Elbette bana kalırsa Godfather 2, Star Wars Episode V veya Batman: Dark Knight gibi filmler devam filmleri oldukları halde öncekilerden daha başarılı olmuş yapımlar ancak istisnalar kaideyi bozmaz.
Alien serisine gelirsek, daha önce de belirttiğim üzere ben şahsen ilk filmi daha başarılı bulurum. Atmosferin doyuruculuğu, gerilim ve bilimkurgunun harmanı, hakkında yapılabilecek sayısız okuma vb. sebeplerden dolayı benim için yeri ayrıdır. Ancak ikinci filmi de neredeyse ilkine yakın derecede başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Öncelikle daha hızlı ve akıcı temposuyla öne çıkıyor. Ardından xenomoprhlar hakkında daha fazla bilgi edinmemize olanak sağlıyor ve oyunculuk olarak daha başarılı. Aynı zamanda her iki film de benim görüşüme göre Ridley Scott ve James Cameron’ın başyapıtlarıdır.
-Filmin sonundaki 15 dakikalık geri sayım, birçok filmin aksine gerçekten 15 dakika sürmüştür.
-Sigourney Weaver’ın kazandığı Oscar adaylığı, aksiyon filmleri içinde bir ilktir.
-Filmdeki yumurtalardan bir tanesi Smithsonian Institution müzesinde sergilenmektedir.
-Filmde, setlerde kullanılması yasak olan bir duman çeşidi kullanılmıştır.
-Çekimler sırasında Al Pacino seti ziyaret etmiştir.
-Filmin sonundaki “-s” takısı, Cameron’ın bir tahtaya “Ailen$” yazmasından sonra ortaya çıkmıştır.
-Aliens, Steven Schneider’ın “Ölmeden Önce İzlemeniz Gereken 1001 Film” listesinde bulunmaktadır.
-Bishop’ın kullandığı bıçak Vietnam Savaşı’nda üretilmiştir.
-Filmin İngiltere’de çekilmesi bütçeyi 20 milyon dolar azaltmıştır.
-5. dakikada “Biyolojil bilgiler yeşil, canlı gibi görünüyor.” Diyen kişi yönetmen Cameron’dır.
-Newt’i oynayan aktris Carrie Henn’in havalandırmadan kaydığı sahnede Henn, kayarken eğlendiği için bilerek sahneyi sabote etmiştir.
-Çavuş Apone, gerçek hayatta Vietnam savaşı sırasında çavuşluğa terfi ettirilen ilk siyahi askerdir
-Yaratık çığlıkları aslında babun çığlıklarıdır.
-Filmin geçtiği yıl 2179’dur
-Cameron, senaryonun son halini bir an bile uyumadan üç günde teslim etmiştir.
Bu bölümden sonrası spoiler içerir.
Askerlerin yaratıklarla olan ilk mücadelesini Vietnam Savaşı’ndaki Amerika ile ilişkilendirmek pek zor değil. Uzun süre boyunca kendilerine olan güvenlerini ve yaratıkları gördükleri yerde öldürebileceklerini ima eden konuşmalarını izliyoruz bu askerlerin. Aynı Amerika’nın bol özgüvenli bir şekilde Vietnam’a gidip galip şekilde döneceklerini sandıkları gibi. Ancak gelgelelim iki olayda işler beklenmedik şekilde gelişiyor. Filmde gerilla savaşına benzer bir şekilde askerler alışık olmadıkları bir bölgede kapana kısılıyorlar. Düşman ise bu bölgeye aşina ve bu sayede askerleri kolaylıkla temizleyebiliyorlar.
Hollywood filmlerinde Vietnam Savaşına dair birçok gönderme ve iğneleme bulunmaktadır. Full Metal Jacket(1987) veya Apocalypse Now(1979) gibi yapımlar bizzat bu savaşın içinde geçerken, Starship Troopers(1997) veya Aliens(1986) gibi yapımlar ise farklı bir konu üstünden bu savaşa gönderme yapmaktadır. Şahsen bu konuda favorim Full Metal Jacket olsa da zekice göndermeleri her zaman takdir etmişimdir.
Ripley’nin LV-246’ya dönmesinin en önemli sebebinin korkularından arınmak olduğunu söylemiştik. Gerçekten de bu amacına ulaşıyor. Xenomorphların ilk saldırısında tekrar travmasıyla karşılaşan Ripley, ilk başta duraksasa da yaratıkları öldürdükçe kendisine olan özgüveni hayli artıyor. Ayrıca yaratıklar bir bir parçalanırken onların sandığı kadar güçlü olmadığını da fark ediyor. Tayfanın çoğu ölse bile Ripley artık korkusunu yenmiştir ve artık sadece intikam aramaktadır.
Aynı şekilde Newt da ilk başta kendisine yardım etmek isteyen askerlerden bile korkarken zaman geçtikçe bir face hugger ile mücadele etmiştir. Filmin directors cut versiyonunda gördüğümüz üzere Newt’un babası bir face hugger tarafından yakalanmıştır ve daha sonra ailesi büyük ihtimalle babasından çıkan xenomorph tarafından öldürülmüştür. Küçük yaşta bir çocuğun bu derece bir travma ile başa çıkması, onun da en az Ripley kadar güçlü olduğunu gözler önüne serer nitelikte.
Ancak ekip tam LV-246’dan kaçacakken Newt bir xenomorph tarafından yakalanır ve Ripley onu bulmak için korkusuzca yaratıkların arasına dalar. Elinde tüfeği ile Newt’u ararken inanılmaz bir manzara ile karşılaşır: Xenomorph yuvası.
İlk filmin directors cut versiyonunda xenomorphun öldürmediği avlarını koza içine alarak yuvasına götürdüğünü görmüştük. Avları koza içinde etkisiz haldeyken ise face hugger saldırışa açık hale geliyorlar ve bu şekilde xenomorph soyu devam ediyor. Ancak sinema versiyonunda çıkarılan bu sahne, ikinci filmde daha iyi bir mantığa oturtulmuş. O ana kadar başıboş zannettiğimiz bu böceğimsi yaratıkların aslında birer koruma olduğunu öğreniyoruz.
Ripley ve Newt, daha sonra “Alien Queen” olarak adlandırılacak bu yaratıkla karşılaştıktan sonra büyük bir şok geçirirler. Face hugger yumurtalarının nasıl oluştuğu sorusu da bu şekilde bir neticeye varmış olur.
Devam filmlerinde karşımıza çıkacak olan tüm xenomorph formlarından çok daha güçlü olan kraliçenin tek istediği üremektir. Yavrularına bir tehdit olarak gördüğü her şeyi yok eder ve ardından üremeye devam eder. Böyle düşününce onun bir “anne” olduğunu düşünebiliriz. Diğer tarafta ise 11. yaş gününde yanında olacağına söz verdiği kızının yıllar önce öldüğünü öğrenen anne Ripley, Newt’u kendi kızı gibi görerek kutsal annelik görevini tekrar icra etmeye başlamıştır.
Ripley, kendisine saldırmaya hazır gibi gözüken xenomorphu gördüğünde ise bu yaratıklarla barış yapamayacağını anlayıp bütün yuvayı ateşe verir. Her ne kadar tüm filmi yaratıkları düşman görerek izlesek de bu kısımda kraliçenin feryatları için üzüldüğümü söylemeliyim.
Tüm Alien serisindeki favorim olan bu sahne, Hollywood aksiyonu erkeklerin kurşunlar yağdırdığı sahnelerin yanı sıra, çocuğunu korumaya çalışan iki annenin mücadelesini atlattığından dolayı her izleyişimde beni büyülemeyi başarmıştır. Eminim ki birçok seyircinin de aklına kazınmış olan bu sahneyi ne kadar övsem de azdır.
Tekrar tekrar izleme bakımından ilk filme göre daha uygun olan Aliens, ne kadar izlerseniz izleyin sizi gerilimin doruk noktasına ulaştıracaktır. Aksiyon ve bilimkurgu seyircisini tek çatı altında toplayıp bir yandan da tarihin gördüğü en iyi devam filmlerinden biri olan Aliens, izleyip izletilmesi gereken bir başyapıttır.
Sinema versiyonunda gösterilmeyen Ripley’nin kızı ile ilgili olan bölüm ve birkaç eklemeyi izlemek isteyen seyirciler 2 saat 34 dakika olan versiyonu izleyebilirler. Ripley karakterinin motivasyonu ve daha sonra kendi kızı gibi yanına alacağı Newt ile arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için gerekli bir sahne olduğunu düşünüyorum.
Son olarak ise filmin efektlerinden bahsetmek isterim. O dönemler yeni yeni gelişmeye başlayan görsel efekt teknolojisi tam gerektiği kadar kullanılmış ve bunun dışında pratik efekte başvurulmuş. Örneğin bir sonraki filmden itibaren genelde görsel efekt ile yapılacak olan xenomorphlar, bu filmde jimnastikçi dublörler tarafından oynanmış ve dublörler bu kostümler içerisinde bir oraya bir buraya zıplamışlar. Aynı zamanda kraliçe de bir görsel efekt değil, bir maket. Bu nedenle bu kadar gerçekçi görünebiliyor. Efekt ekibini en çok uğraştıran sahne ise tahmin edebileceğiniz üzere geminin patlama sahnesi.
Kısaca ilk filmden farklı da olsa ekranda xenomorph görmekten hoşlanan seyircileri zevke erdirecek olan Aliens, iki Oscar’ı cebe indirerek mirasını bir sonraki filme devretmiştir. Baba kaçar, sağlıcakla kalın.