Amadeus (1984)
Yazar: Erel Destan
14.08.2022
İşlediği büyük bir günahın vicdan azabına katlanamayıp intihara kalkışan eski saray bestecisi Antonio Salieri için ölüm kapıda beklemektedir. Ölmeden önce günah çıkarması için kendisine yollanan rahibe tarihin gelmiş geçmiş en büyük müzisyenlerinden biri olan Wolfgang Amadeus Mozart ile aralarındaki ilişkiyi anlatacaktır. Müzikal ve dram kategorisi içinde değerlendirebileceğimiz bir film olan Amadeus, 80’lere damgasını vurmuş ve en iyi film de dahil olmak üzere sekiz Oscar ödülü kazanmıştır.
Mozart: Her dâhinin içinde biraz delilik vardır. Mozart için bu durum kesinlikle doğru. Konu müziğe geldiği zaman üstüne çıkabilecek neredeyse kimsenin olmadığı bu müzisyen, insan ilişkileri konusunda da bir o kadar zayıf. Ekranda hayatının en verimli dönemlerini izlediğimiz Mozart, filmde müzisyenler şehri olan Viyana’ya gelmiştir.
Salieri: Hem imparatorun müzik eğitmeni hem de saray bestecisi olan Salieri, saraya yeni gelen Mozart’ın müziğine derin bir hayranlık beslese de bu büyüklükte bir yeteneğin böylesine sinir bozucu ve ciddiyetsiz bir adamda olmasını kendisine yediremez. Mozart’ı karşılamak için yaptığı bestenin yine Mozart tarafından dalgaya alınması Salieri’nin beynine hırs ve nefret tohumlarını ekecektir.
Constanze: Mozart’ın sevgili eşi olan Constanze, kocasının aksine içinde bulundukları dev sefaletin farkındadır. Mozart’ın geliri her ne kadar iyi de olsa har vurup harman savurduğundan paraları hızla tükenmektedir. Müziğin Mozart’ı yavaş yavaş tükettiğini fark eden tek kişi de yine Constanze’dir.
Sanki bir Shakespeare eserinden fırlamışçasına kıskançlık duygusunu çok vurgulu bir şekilde işlemiştir Amadeus filmi. Salieri’nin babası, oğlunun üstün müzik yeteneğine rağmen onun müziğini icra etmesine izin vermemektedir. Ancak babası öldükten sonra Salieri hayatını müziğe adamış ve İsa heykelinden güç aldığına, tanrı tarafından desteklendiğine inanmıştı. Müziği bir geçim kaynağı veya hobiden ziyade tanrı tarafından verilmiş bir görev olarak görüyordu. Ancak hayatını üstünde tuttuğu bu dayanağı Mozart ile tanıştığında devrilecekti. Tanrının sevgili kulu kesinlikle kendisi değildi; bu cıvık, yılışık adamdı. Zaten müziği cennetten gelen bir haykırış, tanrının yeryüzüne yansıyan kelimeleri gibiydi. Hayatını tanrı için yaşayan Salieri ise artık onu düşmanı olarak görüyordu, emek verenin yanında olmadığı için.
Mozart’ın insanüstü özelliklerinden bir tanesi de duyduğu herhangi bir melodiyi eksiksiz şekilde aklında tutarak çalabilmesiydi. Bu müzisyenin Viyana’ya gelişi şerefine Salieri tarafından özel olarak bestelenmiş bir marş çalınacaktı. Kapının arkasından yarım yamalak duyduğu bu müziği kendisi de çalmak isteyen Mozart, filmde hafızalara kazınan şu repliği söyler: “İsterseniz sizde kalsın majesteleri, hepsi zaten kafamda.” Mozart müziği ilk başta olduğu gibi çalsa da kısa sürede eksiklerini fark ederek çok daha iyi bir hale getirir. Salieri imparatorun ve diğer saray müzisyenlerinin gözü önünde rezil olmuştur.
Her ne kadar filmde kötü adam olarak lanse edilse de Salieri o dönemlerin en iyi bestecileri arasındadır. Yönettiği birçok senfoni ve opera vardır. Mozart kadar büyük işlere imza atamasa da adından bahsetmeden geçilmemesi gereken kişiler arasındadır.
Wolfgang Mozart, bir müzisyen olan Leopold Mozart’ın oğlu olarak 27 Ocak 1756’da doğmuştur. Babası sayesinde çocukluğunda sürekli müzik ile haşir neşir olmuştur ve bu sayede üstün müzik zekası çabucak fark edilmiştir. Özellikle piyanoyu usta seviyesinde çalan Wolfgang diğer birçok müzik aletini de sanki yıllardır çalıyormuşçasına hemen öğrenip çalabiliyordu. Zaman akıp giderken boynuz kulağı geçecek, Wolfgang babası da dahil olmak üzere herkesi gerisinde bırakarak dönemin en ünlü müzisyenlerinden olacaktı.
Wolfgang çocukluğundan beri mucizevi bir kulağa sahipti. Koca orkestranın her bir müzik aletinin ne çaldığını anlayabiliyor, notalara dökebiliyordu. Gözü kapalı bile çalabiliyordu. İlk bestesi ise dört yaşında bestelediği “A Minuet and Trio in G Major” idi. Bu bestesi “KV 1” olarak listelenmiştir ve bu liste son yazdığı bestesi “KV 626(Requiem)”ya kadar gider.
Aynı zamanda Wolfgang birçok geziye de çıkmaktadır. Çocuk bile olsa bu gezilerde konserler vermekte ve insanları ayakta alkışlatmaktadır. Kısaca eşi benzeri olmayan bir müzisyendir.
Öncelikle “Amadeus” ismi sadece bir takma isim olabilir. Mozart bir mektubunda kendisinden “Wolfgangus Amadeus Mozartus” olarak bahsetmiştir ve Latincedeki “-us” ekiyle dalga geçmiştir. Yazdığı birkaç mektup haricinde bu adı kullanmadığından dolayı bazı tarihçiler Amadeus isminin Wolfgang’in lakabı olduğunu düşünmektedir. Ama biz ona yine de Amadeus diyelim.
Amadeus 10’lu yaşlarının başındayken ilk operasını bestelemiştir: “The German Singspiel” gelecek yıllarda operaya daha çok önem vermeye başlayacaktır. Bu operalar tiyatral olarak üstün özellikler göstermese de çalınan besteler dönemin müzik anlayışına damgalar vuracaktır.
Amadeus memleketinden ayrılarak Viyana’ya geldiğinde ise burada gerçekten Salieri ile tanışır. Ancak Salieri onu karşılamak için herhangi bir marş bestelememiştir. Filmde gördüğümüz beste, Amadeus’un bir operası olan “Figaro’nun Düğünü”nden alınmıştır.
Boş durmayan ve ülke ülke gezmeye devam eden Amadeus, en çok Prag halkından hoşnut kalmıştır. Özellikle Figaro’nun Düğünü operasını diğer şehirlerden çok daha fazla seven Prag için Amadeus, “Praglılar beni anlıyor.” Demiştir.
Gezdiği ülkeler ile ilgili bir diğer söylenti ise İtalya’da Sistina Şapeli’nde çalan ve notalarının dışarı çıkarılması kesinlikle yasak olan “Miserere” eserini tek dinlemede ezberleyerek dışarıda notaya döker.
Salieri’nin öğrencilerinin ifadelerine göre Salieri, Amadeus’a hiçbir zaman filmde gördüğümüz gibi nefret beslememişti. Onun müziğini tüm içtenliğiyle takdir etmiş ve sadece birkaç ufak eleştiride bulunmuştu. Ancak filme drama katmak için böyle gerçek dışı bir eklemenin yapılması son derece normal ve filmi derinleştiren bir öge. Salieri’nin Amadeus’un işlerini baltalamaya çalışma sahneleri tamamen kurgu icabıdır. Bu sahnelerin bazıları öylesine gerçek dışıdır ki, Salieri’nin Viyana’da bile olmadığı döneme denk gelenler vardır. Anlayacağınız bu tam bir biyografi filmi değil. Amadeus hakkında bilgi sahibi olmak için uygun değil. Aslen bir tiyatro eserinden uyarlanan film, gerçek karakterleri kullanarak kurgusal bir olay örgüsü yaratmayı hedeflemektedir.
Mozart 1791’de, henüz 35 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur. Bunun sebebi maddi sıkıntılar ve içki bağımlılığı olarak görülmektedir. Tarihteki birçok bestecinin en parlak zamanlarının bu yaşlardan sonra başladığını düşünürsek, Mozart eğer daha uzun yaşasa nasıl eserler ortaya koyardı kim bilir. Daha gençliğinde bestelediği eserleriyle bile birçok besteciyi gerisinde bırakan bir müzisyen, olgunluğa eriştiğinde yanına kimse yaklaşamazdı diye düşünmekteyim.
Ölümü yaklaşırken eserlerini yazmak için her daim içkiye başvuruyordu Mozart. Bunu belki stresten, belki de ona ilham verdiğinden yapıyordu. Ancak kendisini ölüme sürükleyecek olan en büyük etken gözle görülür şekilde bu içki sorunuydu. Hem cüzdanında dev bir delik açıyor, hem de sağlığını günden güne geri dönülemeyecek şekilde zayıflatıyordu. Son eseri Requiem’i bitiremeden ölmesinin sebebi de bu içki bağımlılığıdır.
Finansal kaybı zirvede olan müzisyen piyano dersi vererek ek gelir kaynağı aramaya çalışsa da bunda da başarısız olacaktı. Sefilleştikçe seffileşen Mozart, tüm bu zorluklara rağmen hayatının o zamana kadarki en verimli dönemlerini yaşıyordu. Özellikle operalar konusunda.
Mozart, ölümünden dört yıl önce benim şahsen en sevdiğim opera olan “Don Giovanni”yi bestelemiştir. Bu operada yakın zamanda ölen babasına dair atıflar ve Mozart’ın içinde bulunduğu ciddi baskı anlatılır. Son operasını ise bundan dört yıl sonra, ölmeden birkaç ay önce bestelemiştir. Mozart’ın en iyi operalarından biri olduğu yadsınamayacak olan “Magic Flute” operasıdır bu.
Tarihçiler, Mozart’ın son bestesi olan Requiem’i bestelerken kendi ölümünü düşünerek bestelediğini düşünmektedirler. Hatta Mozart’ın bu dünyadan olmayan bir destekçisinin olduğu da efsaneler arasında yerini almıştır.
Ölümünden sonra Mozart toplu bir mezara atılmıştır ve zaman içinde çürüyüp gitmiştir. Her ne kadar Viyana’da bir sembolik mezarı olsa da elbette gerçek bir mezarının olmaması insanlık için utanç kaynağıdır.
-İlk senfonisini 8, ilk operasını 13 yaşında yazmıştır
-“Saraydan Kız Kaçırma” operasındaki saray Topkapı Sarayı’dır.
-Mozart, Türk Marşı’nı yazarken mehteran seslerinden ilham almıştır.
-İnsanlar ona her zaman Wolfgang’in kısaltması olan “Wolfie” derdi.
-Besteci Gustav Mahler’in son sözü “Mozart”tır.
-Mozart ise ölmeden önce “Ölümün tadı dudaklarımda, bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum.” Demiştir.
-Bunca eserinin yanında sadece bir tane piyano konçertosu vardır.
-Beethoven bazı eserlerinde Mozart’tan ciddi ölçüde etkilenmiştir ve ikisi de birbirlerinin eserlerini takdir etmektedir. Hatta Mozart’ın Beethoven için “Dünya’ya hakkından bahsedilecek bir şey bırakacak.” Dediği söylenmektedir.
-Mozart bir tenordur.
-Yıllar boyunca Mozart eserlerinin bebeklerin IQ’sunu geliştirdiği iddia edilmiştir ancak bu kanıtlanamamıştır.
-41 senfonisi, 24 operası 17 de sonatı vardır.
-“Figaro’nun Düğünü” için yazılmış en akıcı opera olduğu söylenir.
-Besteciler yazdıkları eserler üstünde sürekli değiştirmeler yaparken Mozart’ın yazdığı eserlerin herhangi birinde tek bir değiştirme veya sonradan ekleme yoktur.
-Leopold Mozart, oğlunun evliliğinden hoşnut değildi.
-Mozart okula hiç gidememiştir, ona öğrenmesi gereken şeyleri babası öğretmiştir.
Bu bölümden sonrası spoiler içerir.
Amadeus’un kelime anlamı “Tanrının sevdiği kişi” demektir. Salieri’nin gözünden bakınca da işler gerçekten böyle oluyor gibi. Tanrı tarafından kutsanmayı kim hak eder; Hayatını Tanrı’ya ve müziğe adayan bir virtüöz mü, yoksa gülüşü bile sevimsiz olan bir çocuk mu?
Salieri her ne kadar aşırı tepki veriyor gibi gözükse de önemli olan onun penceresinden görebilmek. Onun elinden en sevdiği şey, inancı alındı. Tanrıya düşman oldu. Mozart’ın bestelerini okurken Tanrı’yı görüyor, duyuyordu. İşte bu katlanamayacağı bir şeydi, harekete geçmesi lazımdı. Ama bir de şu açıdan bakalım: Belki de Salieri’nin kutsanmak için son testi Mozarttı.
Aslında filmin ilk sahnesinden anladığımız üzere filmin geçtiği kurgusal evrende Mozart’ı öldüren şey sefalet veya içki değildi. Saleri tarafından zehirlenmişti. Ancak bu hareketinden öylesine pişman olmuştu ki kendisini bir odaya kapatıp ağzına tek lokma bile yemek atmamaya karar vermişti. Daha sonra ise boğazını kesen Salieri, odaya 25. Senfoni eşliğinde dalan hizmetçileri sayesinde kurtuldu. Bir anlık gaflete düşüp tanrının sevgili kulunun canını almıştı.
Hayranlık ve Nefret birbiriyle son derece ilişkili duygulardır. Terazinin bir tarafı gereğinden fazla ağır basarsa iki duygunun da kefelerinin kırılması an meselesidir. Gereğinden fazla hayranlık bir yerden sonra kıskançlığı getirir, aşırı nefret ise kaçınılmaz bir şekilde karşı tarafa saygı duyma ve takdir etmenin ön ayağıdır. Salieri’nin içine düştüğü durum da bu şekilde. Mozart’ın müziğine öylesine hayran ki onu görmeye bile katlanamıyor. “Figaro’nun Düğünü” operasını baltalamaya çalışıyor, evine casus gönderiyor ve sonunda canını alıyor. Şairane değil mi? Amadeus ile benzer konuları paylaşan birçok film görmüş olsak da müzik bu konu için harika bir iskelet. Hikayeyi müzik etrafında şekillendirmek ortaya çok da muazzam bir eser çıkarıyor. Çünkü dış görünüş veya paradan dolayı oluşan kıskançlıklarda ilahi bir kalıp yok. Ama Salieri için Mozart’ın müziği Tanrı’nın sesi. Bu nedenle hayatını inancına bağlı geçirmiş olan Salieri’nin Mozart’a olan nefret-sevgi ilişkisi çok daha iyi şekilleniyor.
Constanze’nin, kocasının işe girmesi için Salieri ile ilişkiye girmek üzere olduğu sahnede Salieri rakibini bu denli aşağılık bir şeye alet etmekten vaz geçiyor ve Constanze’yi dışarı attırıyor. Her ne kadar yolun sonunda Mozart’ı öldürmüş de olsa en azından bu mücadeleyi onurlu bir şekilde devam ettirmek istediğini gösteriyor.
Filmde işlenen en önemli duygulardan bir tanesi de şüphesiz hırs. Mozart’ın hayatta tutunabileceği tek dal müzik olduğu zaman hastalığına önem vermeden yazmaya devam etmiştir. Geceleri uyumayıp sürekli yazdığından uyku düzeni allak bullak olmuş, düzgün düşünememeye başlamıştır. Ancak bir gün kapıda onu bu sefaletten kurtarabilecek biri belirir. Bu kişi kostüm partisinde Leopold Mozart’ın giydiği kostümü giymektedir. Babasının ölümü üzerine yazdığı Don Giovanni operasının hemen ardından gelen bu ziyaretçi, Wolfgang’i dehşete düşürür. Aynı Don Giovanni’deki gibi babası diğer dünyadan gelmiş gibiydi adeta. Bu gizemli ziyaretçi Mozart’tan cenaze için bir ağıt yazmasını ister ve bunun karşılığında peşinen hatırı sayılır bir ödeme yapar. Ağıt bittikten sonra bunun çok daha fazlasıyla ödüllendirileceğini de söyler. Bunun tek şansı olduğunu bilen Mozart ise her şeyi arkasında bırakarak Requiem’i yazmaya başlar.
Şişeler tek tek dibi gördü ve Mozart günden güne kötüleşti. Sihirli Flüt operasında bayılması ise onun için sonun habercisi olacaktı. Sağlığı allak bullak olmuş olan Mozart filmde her ne kadar zehirlenme yüzünden ölse de gerçek hayatta bu ağır tempo ve kötü hayat koşulları sebebiyle hayata gözlerini yummuştur. Ancak bahsettiğim üzere bu gibi dramatik eklemelerin filmi olduğundan çok da başarılı bir film yaptığını düşünmekteyim. Hem duygular ile birlikte anlatılan şiirsel etmenler, hem de heyecanın her daim dorukta olması ile Amadeus filminin gerçekten uzak olması şahsen benim çok hoşuma gidiyor. Eğer tamamen gerçeğe bağlı kalınsaydı ve operadan operaya koşan genç bir müzisyeni izlesek daha mı iyi olurdu sizce?
Salieri, Mozart’ı evine sağ salim ulaştırdıktan sonra onun isteği üzerine Requiem’in tamamlanmasına yardım etti. Yataktan kalkamayacak halde olan Mozart notaları, melodiyi ve sözleri söylüyor; Salieri ise pişmanlıkla bunları kağıda geçiriyordu. Sonunda ise izleyen herkesin kulaklarında yer etmiş Requiem’in en başarılı bölümlerinden biri olan “Confutatis” ortaya çıkıyor
“Mahkum olarak lanetlendiğimde
Ve yakıcı alevlerle lanetlendiğimde,
Beni kurtulmuş olanlarla birlikte çağır.
Sana rica ve secde ederek yalvarıyorum,
Kalbim Küller gibi harcandı
Kaderime sahip çık.”
Diyor Mozart dizelerinde. Requiem’in genel yapısı da kıyamet ve kurtuluş günü ile ilgilidir. Mozart’ın bu eserlerini ölüm döşeğinde yazmış olması, bir yandan kendi ölümünden ilham aldığı teorisini kuvvetlendiriyor.
Mozart, Confutatis’i bitiremeden eşinin, oğlunun ve Salieri’nin gözleri önünde bu hayattan göçüp gidiyor. Confutatis ve ardından gelecek Lacrimosa bölümü ise filmde her ne kadar durum böyle işlenmese de Mozart’ın öğrencileri tarafından hocalarının tarzına uygun olacak şekilde bitirilmiştir ve ortaya Mozart’ın en karanlık, aynı zamanda da en iyi eserlerinden biri çıkmıştır.
Biyografi filmlerini seven biri olarak Amadeus kesinlikle bu tür içinde favorimdir. Kişisel olarak da bir Mozart hayranı olarak hem müzik seçiminin bu denli iyi olmasıyla, hem hikayesiyle hem de oyunculuklarıyla bu filmin bende yeri çok ayrıdır. Hayatı hakkında hiçbir bilgimin olmadığı Mozart’ı Amadeus filminden sonra araştırmaya başladım. İlk sahnesi beni hala etkiler, son sahnesi hala duygulandırır. Operaların yazılış sürecini gördükçe onları daha çok severim ve arkalarındaki anlamı daha iyi anlarım.
Öldükten sonra kendi insanları tarafından cenazesinin alınmayıp toplu bir mezara atılsa da neyse ki günümüzde değer gören bir sanatçı Mozart. “Türk Marşı” veya “Eine Kleine Nacht Musik” eserlerini duymayan çok az kişi kalmıştır. Senfonilerini veya operalarını dinleyen insanları gördükçe de müziğin büyüsü karşısında hayrete düşerim. Şahsen kendisinin en sevdiğim senfonisi 40. Senfoni, operası Don Giovanni, sonatı ise 16 No.lu piyano sonatıdır.
Kısacası, eğer klasik müzik veya Mozart ile ilgileniyorsanız Amadeus filmini en kısa sürede izlemenizi öneririm. Sinema versiyonu 2 saat 40 dakika olan filmin nasıl bittiğini anlamayacaksınız bile. Bittikten sonra ise Mozart’ın hayatını araştırmak isteyeceksiniz. Sağlıcakla kalın.