One Flew Over the Cuckoo’s Nest(1975)
Yazar: Erel Destan
19.01.2023
Çalışma kampındaki tempodan yorulan R. P. McMurphy, deli rolü yaparak kendisini akıl hastanesine tahliye ettirir. Hastanede tanışacağı delilerle ilişkisini ilerletmeye çalışsa da hemşire Ratched gazap olup üzerine yağacaktır.
Randall: McMurphy, deli olmasa da deli yürekli, delikanlı bir kimsedir. Genel olarak isyankar tavır sergiler. Rutin faaliyet uygulamalarının mecburi olduğu bu hastanede yapacağı asi eylemler, Ratched’ın dominant yönetim algıyla sık sık ters düşer.
Mildred: Mildred, en az McMurphy kadar orijinal ve üzerinde düşünülmesi gereken bir karakter. Hastalara yardım etme isteği gibi minnoş duygularla öne çıkıyor gibi görünse de gücü ancak bu garibanlara yeten, egoist bir ablamızdır.
Şef: “Bu adam benim babam” diye bağırarak sarılmak istediğim yüce insan Şef Bromden, sağır ve dilsiz olmasına rağmen vakit ilerledikçe McMurphy’nin favori kankası olur. Ancak hikaye boyu bir tane yanlışını bile görmememizle birlikte gerçekçilik konusunda yetersiz kalıyor.
Deliler: Her delinin öne çıkan karakteristik özellikleri ince ince işlenmiş olsa dahi hikayedeki temel rolleri Ratched ve McMurphy arasında köprü görevi görmeleri. İkisi arasındaki gerilim çoğunlukla delilerden kaynaklanıyor. Bu rolün yanı sıra yarattıkları sıcak ve samimi ortamın da Gukuk Kuşu’nu Guguk Kuşu yapan en önemli etken olduğunu söyleyebilirim.
Filmi ikinci ve üçüncü izleyişimde Ratched hakkındaki gözlemlerim aklıma takılıyor. İlk seferde genel asayişi sağlamakla görevli bir hemşire olarak başlayıp kontrol manyağı bir kadın olarak bitiriyordum bu karakteri. Aradan zaman geçti ve filmi ikinci kez izledim. Başta düşündüğüm şey ise Ratched’ın belki de gerçekten iyi bir insan olduğu ve küçükkenki kafamla ona haksızlık ettiğim olsa da film ilerledikçe en başından beri haklı olduğumu kendime ispatladım. İnanır mısınız bu senaryo üçüncü izleyişte de yaşandı. İnsan ilişkililerine ve iş ciddiyetine yeterince hakim olmadığımdan kaynaklı olarak Ratched’a önyargılı yaklaşmış olabileceğim kanaatindeydim. Fakat kadın baştaki haklılığımı yine yüzüme vurdu.
Şahsi deneyimimin ardından Ratched’ın nasıl bir kişiliğe sahip olduğuna bakmaya çalışırsak ilk değineceğimiz kısım bahsettiğim kontrol manyaklığı olur. Bunu abartı bulacak okurlarımıza filmi tekrar izlemelerini öneririm.
Filmin geneline yayılmış bir otorite-toplum ilişkisi teması söz konusu. Çarklar tıkır tıkır dönmekte, makine tam verimlilikte çalışmaktadır. Tam bu esnada makineye bir böcek sıkışır: McMurphy. Sistemin kendi isteği doğrultusunda ilerlemediğini fark ettiğinde Ratched, içten içe kinlenmeye başlar.
Oylama sahnesini konuşalım. Bu oylama, katılımcıların keyfi ve rahatlığı için düzenlenmekte. Seçmenler kendi kaderlerinin tayini için oy kullanıyorlar ve çıkan sonuçta yalnızca kendilerini etkileyecek. Lafta hastaları düşünen Ratched, hastaların çoğunluğunun tercihine aykırı hareket ederek oylama süresinin bittiğini iddia ediyor. Bu oylamanın hem seçmeni hem de muhatabı olmalarına rağmen sözleri dinlenmeyerek yalandan bir bahaneyle geçiştiriliyorlar. Maç bahane diktatörlük şahane anlayacağınız. Yönetimde çift başlılığa, McMurphy’nin önerisine geçit vermiyor Ratched.
Kurul, Mac’in deli olmadığını öne sürdüğünde Ratched’ın tek yapması gereken “Evet, bence de akıl sağlığı yerinde.” demekti. Ardından Mac hastaneden tahliye edilerek tekrardan çalışma kampına postalanacaktı. Eğer Mac’i sıradan bir tehdit olarak görseydi bunu yapardı. Fakat Ratched’ın gözünde Mac tehdit değil, rakip. Hıncını almak istiyor ve eline geçecek olan kozu bekliyor. Her önüne gelene sözünü geçiremeyeceğini zor yoldan öğrendiği için egosu zedelendi ve onarması gerekiyor. Bu sebepten ötürü Mac’in hastanede tutulması gerektiği konusunda beyan vererek sinsi emellerinin önünü açıyor.
Ratched, doğrudan doğruya kötülük yapan bir insan değil. Mac’in kuyusunu kazmıyor. Onun kendi kuyusunu kazması için bekliyor. Çünkü gayet biliyor ki Mac gibi deli yürekli birisi eninde sonunda başını derde sokacak. Ellerini kirletmesine gerek bile yok.
Ratched’ın McMurphy ile olan çekişmesi tamamen bireyselliğe dayanıyor. Kör göze parmak sokarcasına belirtmiyor bunu, arka sıradakiler de anlasın diye uğraşılmıyor. Çünkü gerçek ve en kötü insanlar Ratched gibi içten pazarlıklı, çaktırmadan hinlik yapan kişilerdir.
Gelgelelim Ratched’ın otoritesinin tamamen göz ardı edildiği, hastaların koğuşun altını üstüne getirip Billy’nin Candy’le beraber olmasının ardından gerçekleşen sekansta bu sinsiliğini koruyamayarak gerçek yüzünü açığa çıkarıyor. Annesinden aşırı derecede çekinen, kadınlara karşı özgüveni yerlerde olan ve yine bir kadın mevzusundan ötürü intihar girişiminde bulunduğu bilinen Billy’yi en zayıf noktası olan annesinden ısrarla vurmaya kalkışması, kuduruk bir köpeğin çırpınması gibi görünüyor. Yönetimi tekrardan eline almak için sonu belli olan bu yola düşüncesizce girmesinden anlaşılacak olan şey, kendisinin de en az oradaki herkes kadar hasta olduğu.
Filmin belki de en kıymetli sahnesi, koğuştaki neredeyse herkesin gönüllü olarak hastanede kaldıklarını Mac’e söyledikleri sahne. Çünkü bu basit sahneden öğrendiklerimiz, sadece filme bakışımızı değiştirmekle kalmayıp aynı zamanda gerçek hayatta da örneklerini sık sık gördüğümüz “boyunduruk altına girme” isteğini de düşündürüyor.
İnsanlar özünde eziktir. Özellikle evrimsel süreçle beraber bir koruyucu altına girme fikrine giderek daha sıcak bakmaya başladık. Köyün ağası olsun, kral olsun, günümüzde olduğu gibi devlet baba olsun, bizden büyük bir gücün bizi gözettiği düşüncesi tatlı gelir. Toplum böyle oluşmuştur. Başıboş toplum, toplum değildir. İnsanların bu zaafından yararlanan yöneticiler toplulukların başına geçerek onları yönetir, alttakiler de celladını alkışlar. Ortada çoğu zaman bir zorlama değil, karşılıklı çıkar ilişkisi vardır.
Filmimizdeki hastaların çoğu eziklik ve özgüvensizlik ile dolular. Katı kuralların uygulandığı hastaneye eyvallah çekerek boyun eğiyorlar. Çünkü hayatlarında gerçek manada özgürlüğü tatmamış, ayakları üzerinde duran bir birey olmak nedir tatmamışlardır. Hatta özgürlük o kadar umurlarında değildir ki Mac bu sorundan bahsederken “Yatakhane neden kilitli? Sigaralarımız nerde?” gibi bağımsız sorular sorarak konuya olan ilgisizliklerini gözler önüne seriyorlar.
Kendi kararlarını vermek korkunçtur. Çünkü içine gireceğiniz muhtemel belaların sorumlusu sadece siz olursunuz. “Alışverişe gidiyorum” kararı aldıktan sonra bir araba size çarparsa “Neden 5 dakika sonra çıkmadım?” diye kendinize kızabilirsiniz. Fakat eğer birisi size “Alışverişe çık.” derse bu kez başınıza gelecek her şeyin sorumlusu da odur. Filmdeki hastalar da Mac’e göre sokaktaki herhangi bir salaktan farklı olmadıkları halde kendilerine verilen emirleri uygulamak, sorumluluktan kaçmak için düzene boyun eğiyorlar. Ancak kendi verdiğiniz karar, kötünün aksine iyi şekilde de sonuçlanabilir. Bu durumda da alkışı hak eden kişi siz olacaksınız, başkası değil. Hayatında belki de ilk kez sorumluluk alarak dümen tutma görevine gelen Martini, bu sebepten dolayı görevinden hiçbir şekilde feragat etmeyerek dümeni Harding’e bırakmayı reddediyor. Çünkü acınası hayatında ilk kez başarı hissini tadımlıyor.
Sigaraları görevliler tarafından yakılıyor, yatakları hazırlanıyor, iyi hissetmelerini sağlayan uyuşturucu ilaçlar veriliyor. Onlar için sarayda yaşamak gibi. Ama Mac, her koşul altında bu düzene karşı savaş veriyor. Şahsi favorilerimden olan musluğu kaldırma sahnesinde, imkansız olduğu açıkça görülen koca bir mermer bloğunu inatla kaldırmaya çalışıyor. Başarısız olduğu zaman söylediği şu söz ise manidar: “Denedim, değil mi? Lanet olsun en azından denedim.” Aynı şekilde maç izlenmesine izin verilmeyince kendi maçını kendisi sunmaya başlaması da özgürlük ihtiyacını vurgulayan detaylardan.
Önceki başlık ile içli dışlı olan “Özgürlük” konsepti, ele alınan başlıca konulardan. Fakat bu sefer Mac yerine büyük adam Şef’i masaya yatıralım.
Her insan, filmde izlediğimiz deliler gibi ezik olarak hayatını sürdürmez. Hatta onlar özgürlüğe muhtaçtır. Onları baskılamak, “kuşu” kafese koymaktır. Eserin orijinal adı da bunu metaforize eder.
Kuş, özgürlük dendiği zaman ilk akla gelen şeylerdendir. Eserin adı için de kuş temasının seçilmesi, filmi özetler nitelikte. Orijinal çevirisi “Guguk kuşu yuvasından biri uçtu” şeklindedir ve aslında buradaki “biri” kelimesi filmin sonuna dair foreshadowing içerir. Ayrıca argoda cuckoo kelimesi “deli” anlamında kullanılır. Yani buradaki “Cuckoo’s Nest” aslında akıl hastanesidir. Sonuç olarak bu isim, şefin hastaneden uçmasına göndermedir.
Şef, düşündüğünüz zaman en az McMurphy kadar asi. Özellikle babasının ölümü ile birlikte sisteme karşı durmaya karar veren Şef, kendisine dayatılması muhtemel olan her türlü çarpık doğrudan susarak kaçar. Sisteme tamamen kapanarak onu adeta yok sayar. Sistem ötesi bir pozisyonda durarak kendi çapında protesto uygular.
Şef bir Kızılderili. Doğayla iç içe olmak onun için zorunluluk. Vatanı elinden alındığı yetmiyormuş gibi üstüne bir de akıl hastanesine kapatılarak iyice aşağılanmış ve değersizleştirilmiştir. Ancak sisteme karşı çevirdiği dolap ile hepsini kandırmış, sonunda özgürlüğüne ulaşan da o olmuştur. Özgürlük, onun gibi insanlar için ucuz değildir. Bedel ödemesi ve hırslı olması gerekir. Şef abim de böyleydi işte. Yıllarını ve favori kankasını kaybederek zar zor özgürlüğünü kazanabilmiştir.
Tabii, burada duralım. Şef’in sessiz kaldığı yıllar boyunca dahiyane bir kaçış planı tasarladığını söylemiyorum. Şef de tıpkı diğer hastalar gibi özgüven problemi çekiyor. Bahsettiğim gibi bunun en önemli etkeni lider babasının rezil şekilde ölmesi. Bu sebepten ötürü Mac ile tanışana kadar kenarda duran bir adamdan daha fazlası olamıyor. Fakat Mac’ten aldığı ilham, onu tekrardan hayata bağlayarak özgürlük bilincini geri getiriyor. Kapanışın Şef’in doğaya dönüşüyle yapılması da bu hikayenin kanımca mümkün olabilecek en iyi sonu.
Guguk kuşunu yıllardır şöyle tanımlarım: Bana en fazla duygu yaşatan film. Eminim ki bu tanımda bana hak verecek olan okurlarımız vardır. Yanlış anlaşılma olmasın, “en hüzünlü” değil. O konuda The Grapes of Wrath(1940)’in eline su dökecek yapım olduğunu sanmıyorum. Genel olarak iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla duygulardan bahsediyorum burada.
Öncelikle, maç sunumu veya Şef’in basketbol oynadığı sahne gibi aşırı pozitif kısımlara değinmek isterim. Filmin yarattığı atmosferin gerçekçiliği ve samimiyetinin bu neticede önemli payı var. Öyle ki dakikalar ilerledikçe delileri agam gibi görmekten alamıyorum kendimi. Kendi arkadaş ortamımdaki muhabbetlere ve hadiselere şahitlik ediyormuşum izlenimine kapılıyorum ve dolayısıyla yaşanacak olan herhangi olumlu veya olumsuz olayın ardından vereceğim tepki de orantılı şekilde artıyor. Herhangi bir filmde sağır bir dayının basketbol oynamaya çalışmasını izlemenin bana o kadar da keyif vereceğini zannetmiyorum. Fakat iş Gukuk Kuşu’na geldiği zaman yüzüme konan gülücüğü engellemem mümkün olmuyor.
Şimdi, öyle bir sahne var ki değinmeden asla geçemem: Balık sahnesi. Tekneyi suya çıkarmalarından balığı tutmalarına kadar olan uzun sekans, görüşüme göre eşsiz bir pozitiflik örneği. Gerek Mac’in “Biz doktoruz” şeklinde ekibi tanıtması, gerek oltaya balık takılınca yaşanan o şenlik havası, gerek Billy’nin Candy’e iltifat etme çabaları, liste uzar gider. Bunun yanında karakterleri daha yakından tanıma fırsatı bulmamız da cabası. Milos Forman’ın tam anlamıyla şov yaptığı bu balık sekansı, tek başına bile Guguk Kuşu’nu benim nezdimde en tepelere taşıyor.
Sık sık açıp izlediğim, ezbere bilsem bile her seferinde neşe ile dolduğum bu sekansı sinema camiasında en beğendiğim 2. sahne olarak nitelendiriyorum. Zirveyi The Good, the Bad and the Ugly(1966)’nin finaline kaptırıyor. Olsun be, 2.lik de fena değil, değil mi?
Biraz da negatif duygu kısımlarına parmak basarsak, Billy’i tehdit ettikten sonra Ratched’a duyduğum sinir ve finalin efkarı en bariz örnekler olacaktır. Mac’in lobotomisinin yarattığı burukluğun temel sebebi ise fikrimce dahice düşünülmüş elektrik sonrası Mac’in rol yapması. Bu sahnede ufak bir ürpertiye kapılsak da Mac’in göz kırpışıyla içimiz rahatlıyor. Aklımıza kazındıktan sonra benzer bir sahne tekrar yaşanınca ister istemez sonucun da aynı olmasını bekliyoruz. Çok net hatırlıyorum, ilk izlediğimde “Kırp ulan kırp!” diye içimden söylenmiştim. Burukluk, çoğu zaman sade bir hüzünden daha vurucudur. İnsanı bitiren, olmayacağını bile bile beklemektir. Nerden bildiğimizi sormayın.
Guguk Kuşu da birçok kaliteli film gibi kitap uyarlaması. 1962 çıkışlı aynı isimli kitap, Ken Kesey’in ilk romanıdır. Romanı okuyan Kirk Douglas, filmini görüp beğendiği yönetmen Milos Forman’a ulaşarak bu kitabı sinemaya uyarlaması teklifini iletir. Üstelik filmin yapımcılığını da üstleneceğini söyler. Komiktir ki babasından tamamen habersiz şekilde yıllar sonra Michael Douglas da Forman’a aynı teklifle gelir. Sonuç olarak ihale oğul Douglas’a ve Saul Zaentz’e kalır.
Ratched için oyuncu seçmeleri de ekibi zorlayan kısımlardan biri oldu. Forman’a göre Ratched, tatlı görünen gerçek bir kötü. Bu da onu tehlikeli kötü yapıyor. Teklif götürülen 5 aktris de Forman’la paralel düşünmüş olacaklar ki özellikle kadın hareketinin yükselişte olduğu 70’lerde böylesine kötü bir karakteri değil de kahraman kadını oynamak istedikleri için reddettiler.
Nihayet Louise Fletcher’ı buldukları zaman da Fletcher’ın aklında birçok soru vardı: Sistemi mi sembolize edeceğim yoksa doğal mı olacağım? Jack Nicholson’ın aurasına karşı yeterince güçlü görünebilecek miyim?.. Gibi gibi. Fakat tüm bu çekingenliklere rağmen ortaya koyduğu performans, gördüğüm en başarılı anti-hero karakterleri arasına rahatlıkla girecek düzeyde iyiydi.
Çekimler gerçek bir hastanede yapıldığından, set ekibi fazlasıyla deliye şahit oldu. Hatta delilerin eşyalarından birini seçme hakkı oyunculara verildi. Seçtikleri eşyaları eşyaları çekimler sırasında kullanacaklardı. Bir nevi bu seçim ile kendi karakterlerini yaratıyorlardı. Örneğin Fletcher’ın seçtiği eşya yanından ayırmadığı ajandasıydı.
Fletcher ve Nichloson’a neyle karşı karşıya olduklarını daha iyi göstermek için gerçek bir elektroşok tedavisi izlettiler. Bu sayede Fletcher, verdiği emrin ne anlama geleceğini kavrayacak, Nicholson da örneğini gördüğü şeyi taklit edecekti. Zekice.
Dar alan çekimleri hem Forman’ı hem de kameramanları zorluyordu. Hatta yönetmen çoğu zaman kamerayı nereye koyacaklarını bilemediklerini söylüyor. Hadi kamerayı koydular, diğer sorun da mikrofondu. Hele hele kadrajdaki insan sayısı arttıkça kameraman da zorluk yaşıyordu. Forman vaziyet hakkında şöyle söylüyor: “Mükemmeliyetçi bir kameraman için ideal film, aktörsüz olandır. Çünkü hareket yok, ışıklar stabil. Mükemmeliyetçi bir yönetmen için ideal film ise kamerasız olanıdır. Çünkü aktörlerin hareketi kısıtlanmamış olur. Yani eğer mükemmeliyetçi kameraman ve mükemmeliyetçi yönetmenin varsa, sık sık çatışma olur.” Neyse ki Forman, zor şartlara rağmen napıp edip en iyi açıları yakalamayı başarmış. Elbette bu konuda katkısı bulunan en önemli isim görüntü yönetmeni Haskell Wexler’ı anmadan geçmeyelim.
Kameradan giriş yaparsak, model olarak sek erkek kamerası Panavision’ın kullanıldığını görebiliyoruz. Kendi gözümle deneyimlemek istediğim kameralarda başı çeken modellerden olan Panavision, düşük ışık müşük ışık dinlemeden krallar gibi çekmesiyle Guguk Kuşu için biçilmiş kaftan. Çünkü bu yazarın ışık konusundaki en önemli kriteri olan “Doğru doğal ışık kullanımı” yoğun şekilde karşımıza çıkıyor. Hastane, Oregon’da bulunan gerçek bir akıl hastanesidir ve genel olarak halihazırda içeride bulunan ışıklar kullanılarak aydınlatma sağlanmıştır. Doğal ışık tercihinin temel sebebi tahmin edeceğiniz üzere gerçekçiliği arttırmaktır. Gözünüz bu ayırtı tam yapamasa bile beyniniz yapaylığı fark eder.
Renk konusuna gelirsek ilk fark edeceğiniz şey paletin donukluğu olacaktır. Hastane içi gri, mavi gibi soğuk renklerle bezelidir. Yoğun soğuk renk kullanımı boğuculuk ve rahatsızlık yaratır. McMurphy gibi canlı karakterleri soğuk renklerin arasında izlemek de yaşattığı tezatlıktan ötürü huzursuzluk oluşturur. Aynı zamanda gözlerimiz bu soğuk atmosfere alıştığından, dışarıda geçen sahnelerdeki nispeten daha canlı ve sıcak renklerin kullanımı göze çarpar. İçeri dışarı arasındaki renk kontrastı, hastanenin izolasyon ve sterilizasyonunu belirten temel unsurlardandır.
Son olarak açılar da düşünülerek tasarlanmış. Çoğunlukla dar açıların tercih edilme sebebi, izleyici üzerinde baskı kurmaktır. Otoritenin baskıcı yönetimini yansıtmak için tercih edilen bu plan amacını yerine getirmiştir. Sinematografik etmenlerin yalnızca estetik ile sınırlı kalmayarak sunuma da katkı sağlamaları, sinema sanatının ucu bucağı olmadığını gözler önüne seriyor.
Kaç yıl geçse de Gukuk Kuşu benim için bir “Erel Klasiği” olarak kalacak. Hissettirdikleri azalıp sıradanlaşmak yerine tam aksine katlanarak artacak. Şefin ilk kez konuşarak “Teşekkürler” dediği sahneyi gördüğümde Milos Forman Bey’i ayakta alkışlayasım gelecek. Kısacası tam anlamıyla zamansız bir eser.
Arkasında kitabı olmasından kaynaklı tüm yan karakterler de fazlasıyla derin ve hakkında düşünülesi. Hikayeye bireysel düzeyde pek etki edemeseler de özellikle Harding’i ayrı bir severim. Aynı zamanda daha sonra Dick Hallorann olarak bileceğim Scatman Crothers’ın kaşı gözü bile içimi ısıtmakta yeterli. İlginç değil mi? Hem bu abimizin hem de Jack Nicholson’ın The Shining(1980)’te tekrar karşılaşmaları. Herhalde Kubrick filmi izledikten sonra ikisinin arasındaki bu samimi ilişkiden memnun olmamış olacak ki kendi filminde işleri tersine döndürmek istemiş.
Sona geldik. Siz bu deliler gibi olmayın, özgürlüğünüzün peşinden koşun falan filan. Aslında, sadece Billy gibi olmasanız yeterli. Gerisi keyfinize kalsın.