Predator (1987)

Yazar: Erel Destan 

 

20.06.2022

Filmin ilk sahnesi sinemada izleyenler için bir uzaylı filmi olacağını önceden haber verse de bir çoğumuz gibi sonradan izleyenler için pek bir önem teşkil etmiyor elbette. Özellikle “Predator” karakteri popüler kültüre taşındıktan sonra bu filmin sadece düz bir komando filmi olacağını düşünenlerin sayısının hayli az olduğunu düşünüyorum.

       Bunun devamında helikopterlerin ve kaslı erkeklerin askeri sahaya indiğini gördüğümüzde ise burnumuza aksiyondan çok testosteron kokusu gelmiyor değildi. Başta Arnold(Dutch) olmak üzere timin geri kalanının sahaya yerleştiğini görüyoruz bu sahnelerde. Oldukça hızlı başlayan film, gözlüğünü çıkaran ve purosunu tüttüren Arnold ile bizi başarılı bir şekilde atmosferin içine çekiyor.

       Generalin konuşmasından öğrendiğimiz üzere ormanda gerillalar tarafından yakalandığı düşünülen bir helikopter kaybolmuştur ve bu işe en uygun adam Dutch’tur. Onu en uygun olarak atfeden kişi ise yine kaslarıyla havanın testosteron düzeyini yükselten Apollo Creed’den(Dillon) başkası değildir. Boksörlükten daha fazla ekmek yiyemeyeceğini anladığında komando olmaya karar vermiştir. Arnold ile el sıkışıp kaslarını gösterdikleri sahne ise kesinlikle en akılda kalıcı görüntülerden biridir.

       Daha sonra toplanan Dutch(Arnold Schwarzenegger), Dillon(Carl Weathers), Poncho(Richard Chaves), Hawkins(Shane Black), Billy(Shane Black), Cooper(Jesse Ventura) ve Mac(Bill Duke), içinde Predator’ün kol gezdiğini bilmedikleri ormanda çılgın tekniklerle gerillaları avlamaya başlarlar. Asıl avcıyla karşılaşana kadar ormanın “Predatörü” Arnold’tur.

       Ara ara gördüğümüz termal kamera görüntüleri ise henüz filmin bir uzaylı filmi olduğunu bilmeyen seyirciler için merak kaynağıdır elbette. Ancak gerilim dozajının yavaş yavaş artması, ne olacağını bilen bizleri bile heyecanlandırmaya yetiyor.

       Kadın seyircilerinin belki de birçoğunun filmden sıkılıp kapattığı gerilla doğrama sekanslarından sonra geriye kalanların “Artık gerçek aksiyon başlasın!” demesi normaldir. Arnold ve ekibinin kaçak bir kadın gerillayı bağışlamalarının ardından çok süre geçmeden herkesin beklediği o an gelir ve ekip gerçek avcıyla karşılaşır.

       Kaslı ekibimiz başta Arnold olmak üzere bu dakikadan sonra ilk önce bu görünmez düşmanın ne olduğunu anlamaya çalışacak, ardından onun avlarından biri olmamak için kaçmaya başlayacaktır.

Dutch: Arnold abimizin canlandırdığı Dutch karakterinin tam adı Binbaşı Alan Schaefer’dır. Öne çıkan özellikleri ise bariz şekilde kasları ve aksanıdır. Ekibini her şekilde kollamasıyla sevgimizi kazanan Dutch, filmin ana karakteri olup uzaydan gelen avcımızla en büyük çarpışmayı verecek olan kişidir.

Dillon: Tam adı George Dillon olan eski komandomuz, Dutch’ın en yakın kankasıdır. CIA tarafından ekibi denetlemek için görevlendirilmiştir.

Billy: Teğmen Billy Sole, şahsen benim Dutch’tan sonra favori karakterimdir. Hawkins’in eko esprisine attığı kahkahanın Predator’ün bakış açısından çarpık duyulmasıyla bizi ürkütse de, bu ölümcül yaratığa karşı olan dik duruşu izleyen herkesi gaza getirmeye yetmiştir.

Mac: Çavuş Mac Elliot, ilk çatışma sahnelerinde Apollo Creed’e racon kesmesiyle gözümden düşen ama daha sonra yine kendisini akrep sokmasından kurtarmasıyla saygıyı hak eden bir karakter olduğunu göstermiştir. Cooper’ın vurulmasından sonra verdiği tepki ile ormanın talan edilmesine yol açması ise ayrı bir konudur.

Blaine: Bir diğer çavuş olan Blaine Cooper klasik kıl Hollywood erkeği tipiyle şahsen benim daha gerilla çatışmaları sırasında rahmetli olacağını düşündüğüm karakterdir.

Hawkins: Telsiz Operatörü Rick Hawkins, yaptığı iki kadın şakasıyla akıllarda kalan bir karakterdir.

Anna: Anna Gonzales, ekibin rehin aldığı ve bunca erkeğin arasındaki tek kadın olma özelliği gösteren gerilladır. Predator saldırısından sonra ağır bir şoka girmesi ve film boyunca pek etkili bir eleman olamayışı, kendisini zayıf bir karakter olarak görmeme sebep olmuştur.

Predator: Filmini izleyen veya izlemeyen herkesin yüzüne aşina olduğu, maskeli veya maskesiz etrafına korku saçan iki metreden daha uzun bir uzaylı. Ölümcül silahları, görünmezlik yeteneği, termal kamerası ve bir insanın baş edemeyeceği kadar kuvvetli fiziği ile en eğitimli komandoların bile saniyeler içinde amel defterini kapatabildiğini gördük filmde. Kendisinin neden Dünya’da olduğu ve neden insanları öldürmeye çalıştığı ise filmin içinde saklı.

Seksenler klasiği olan bu filmin çekim aşaması da birçok film gibi bazı ilginç bilgiler içeriyor.

Sevdiğimiz ve bağrımıza bastığımız Predator aslında bambaşka görünüyordu. İçinde dövüş filmlerinden tanıdığımız Jean-Claude Van Damme olan bu kostümün gelmesini haftalarca bekleyen çekim ekibi ise kostümden hiç memnun kalmamıştır. Kostümün darlığından sürekli şikayet eden Van Damme ise kadrodan çıkarılmış ve yerine kelimenin tam anlamıyla bir dev olan Kevin Peter Hall getirilmiştir. Bu dev adam öylesine uzunmuş ki uyuması için iki yatağı birleştirmeleri gerekiyormuş. Kostüme daha rahat sığabilmek için ise rejim yapmak zorunda kalmış.

Komandolarımızın birleşip ormana ateş açtığı sahnede gatling makinelisinin ateşlenmesinden korkan çekim ekibi geri çekilmek zorunda kalmış. Ne de olsa bu her gün göreceğiniz bir manzara değildi.

Predator fikrini ilk ortaya atan isim Terminator, Titanic, Aliens gibi kült filmlerin yönetmeni olan James Cameron’dır. Tabi bunu öğrendikten sonra insan Terminator vs Preadator filmi nasıl olurdu düşünmeden edemiyor. Neyse ki ilk filmden yaklaşık yirmi yıl sonra bazı kişiler en sevdiğimiz iki uzaylıyı birbirleriyle savaştırma fikrinden yola çıkarak Alien vs Predator filmini yapıyor. Bu ikiliyi bir arada görmek heyecan verici olsa da filmler için aynı şeyi söyleyemiyorum maalesef.

       Bu filmde Predator’le yarışabilecek bir düşman varsa o da şüphesiz ki doğadır. Buz gibi olan orman yüzünden çekimler gecikmek zorunda kalmış. Arnold’un bu soğuğa rağmen filmin sonlarında gördüğümüz gibi çamurlara bulanıp günlerini, belki de haftalarını bu şekilde geçirmesi, ayrıca Predator’den kaçmak için atladığı suyun sülüklerle dolu olması ama Arnold’un bunların hepsinin üstesinden gelmesi takdire şayan.

       Predator’ün görünmezlik efekti ise altından çok iyi kalkılmış bir durum. Eski filmlerde elbette görsel efekt yok denecek kadar azdı. Yönetmeler bu gibi işleri optik illüzyonlarla veya pratik efektlerle hallediyorlardı. Predator’de ise iş tamamen mekanik olarak çözülmüştü. Yönetmen John McTiernan bu sahneleri iki kere çekti. İlkinde Predator’ün girmiş olduğu kırmızı kıyafet bilgisayar ortamında silindi ve arka plan görünür oldu. Diğerinde ise aynı sahne %30 daha geniş bir lens ile çekildi ve bunlar üst üste koyuldu. Lens farkından dolayı arka planda bükülmeler oldu ve bu görünmezlik efekti yarattı.

Bu bölümden sonrası spoiler içerir.

Elbette hepimiz ilk izleyişimizde Hawkins ve Çavuş Blaine ölürken neden Anna’nın sapasağlam kaldığını merak ettik. Kadınlara dokunmuyor muydu yoksa bu yaratık? Ama o zaman lazer topuyla diğerlerini de arka arkaya indiremez miydi? Avını geciktirmesinin elbette bir sebebi olmalıydı. Filmden öğrendiğimiz üzere Predator bunu insanlara olan nefretinden dolayı yapmıyor. Bu iş onun için bir spor. Anna’yı öldürmemesinin sebebi silahsız oluşuydu. Eğer onu öldürseydi bu hareket “sportmenliğe” aykırı olurdu. Tehdit oluşturabilecek kişileri rakibi olarak belirleyen uzaylımız hepsini tek tek yarışmadan eliyor. Sona kalan Arnold ise dakikalar boyunca çamurla kaplı bir halde Predator’den kaçarken bir yandan da onu yok etmek için yollar arıyor. Son sahneye geldiğimizde ise Predator, Arnold’un savunmasız olduğunu anladığında yine “sportmence” bir davranış yaparak maskesini çıkarıyor ve ikisi fiziksel olarak üstün olanın kazanacağı bir kavgaya tutuşuyorlar. Artık lazer silahları ve görünmezlik yok. Arnold bu yaratığı kas gücüyle yenemeyeceğini anladığı için zekasını kullanmak zorunda. Öyle de yapıyor, iki kademeli bir tuzak ile avcıyı avlıyor. Predator’ün Billy’nin gülmesini taklit ederek havaya uçması ise bizi hem rahatsız ederken hem de derin bir “ohhh” çektiriyor.

Predator 2, Predators, The Predator, Alien vs Predator ve Alien vs Predator: Requiem. Tartışmaya gerek olmayacak şekilde bu devam filmlerinin hiçbiri seyircide ilk filmin yarattğı etkiyi yaratamadı. Predator karakterinin elden ele geçmesi sonucunda bozulması kaçınılmazdı zaten. Her ne kadar devam filmlerinde bu ırkın kültürüne dair yeni şeyler öğrensek de bazı şeylerin üstü kapalı kalmasının daha iyi olduğunu düşünmekteyim. Elbette bu konuda bana karşı çıkacaklar da olabilir ama istisnalar kaideyi bozmaz. Özellikle Alien ve Predator’ü aynı evrene dahil etme fikri seyirciye çok iyi bir film olacakmış beklentisi verse de, bu iki filmin hiçbir çekici özelliği olmadığını söylemeliyim. Ama elbette seveni olur, sevmeyeni olur.

Predator(1987) kesinlikle seksenlere damgasını vurmuş ve uzaylı filmi denince ilk akla gelen isimlerden biri olmayı başarmıştır. Her arkadaş ortamında her zaman izlenebilecek olan bu film, üzerinde konuşulmaya da bir o kadar müsaittir. Aksiyon ve bilimkurgu seyircisini bir araya getirmenin yanı sıra, verdiği gerilim ile de bizi koltuklarımıza kilitlemiştir. Elbette “Bu ekipte hiç mi normal asker yok” gibi yorumlar yapmaya açık olsa da her karakterin filme ayrı bir tat kattığını da söylemeden geçmeyelim. Elbette bazı ufak eksileri olsa da dönemine göre değerlendirildiğinde bunlar kesinlikle kabul edilebilir.

       Filmin bir diğer takdir edilmesi gereken noktalarından biri hedef kitlesini belirlemesi ve sadece onlara çalışması. Filmi yarılamışken komandolarımızdan birinin Anna’yla aşk yaşamasını da görebilirdik bu filmde. Ama neyse ki John McTiernan bize bu tarz bir işkence yapmamış ve filme herhangi bir aşk meşk unsuru koymamış. İnsanın aksiyon damarları kabarmışken araya sevişme sahneleri serpiştirilmesi birçok filmin düştüğü bir hata maalesef. Ama Predator, içinde siyahi karakterler bulunduğu halde ne bunlar üstünden politik mesaj vermeye çalışıyor ne de filmin akışını bozacak romantik sahneler ekliyor. Hatta Predator’ü oynayan Kevin Hall da bir siyahi. Bununla ilgili bir film gördüğümüzü düşünsenize, siyahi olduğu için diğer Predator’lerden dışlanmış bir uzaylı.

Karakterlerin yavaş yavaş psikolojilerinin çökmesini izlememiz de ayrı bir lezzet. Seyirciyi germenin en önemli kuralı bu değişimi kör göze parmak sokmadan anlatabilmek. İki saatten daha az olan filmimiz bunu da gayet güzel anlatabilmiş. Ölümün nerede olduğu bilmeden yaratığı avlamaya çalışmaları ama başarısız olmaları hepsinde kaçınılmaz olarak mental hasarlar bırakıyor. Son sahnesine kadar “Acaba hepsini avlayabilecek mi?” sorusunu kendimize sorduğumuz bu film, aksiyon seven veya sevmeyen herkesin izleyebileceği, yakınlarına önerebileceği bir filmdir. Sağlıcakla kalın.