The Prestige (2006)

Yazar: Erel Destan 

 

17.08.2022

Robert Angier, Alfred Borden ve Julia McCullough birbirinden başarılı sihirbazlardır. Her şey tıkırında giderken beklenmedik bir sahne kazası sonunda Julia ölür. Onun hem iş ortağı hem de kocası olan Robert ise bunun sorumlusu olarak Borden’ı görür ve ikili gittikçe büyüyen, bir yerden sonra geri dönülemez kayıpların verileceği bir mücadeleye tutuşurlar.

Alfred Borden: Christian Bale tarafından canlandırılan Borden’ın sihir dünyasını sallayan bir numarası vardır: Yer değiştiren adam. Bir kapıdan girer ve birkaç metre ötedeki kapıdan anında çıkar, veya bir dolaptan diğerine ışınlanır. Sırrını mühendisinden başka kimse bilmez. Bir eşi ve kızı olduğu halde onun tek umursadığı şey sihirdir.

Robert Angier: Karısının ölümünden sonra bunalıma giren Robert, Borden’dan intikam almaya yeminlidir. Onun oyunlarını baltalamaya çalışır ancak en çok arzuladığı şey “Yer değiştiren adam” numarasının sırrıdır.

John Cutler: Nolan’ın birçok filminde gördüğümüz Michael Cain bu filmde Angier’ın ustasıdır ve onun gösteride kullanacağı aletleri tasarlar.

Olivia Wenscombe: Güzelliğiyle tüm seyircileri ekrana kilitleyen Scarlett Johansson bu kez asistan olarak karşımıza çıkıyor. Borden ile Angier’ın mücadelesinin arasında kalacak ve mücadelenin kazananının belirlenmesi için kilit bir rol oynayacaktır.

Şu konuda birçok seyirci hemfikirdir ki, film boyunca birçok kez tarafımızı değiştirdik. Mağdur gördüklerimiz cani, cani gördüklerimiz mağdur oldu dakikalar ilerledikçe. Elbette bu başarıdan dolayı eli sıkılması gereken ilk isim yönetmen Christopher Nolan. Karakterleri katman katman yaratarak hem hepsine belirli bir vizyon ve misyon yüklemiş, hem de iki sihirbazın sırlarını filmin sonuna kadar açığa kavuşturmamıştır. Filmin üzerinde her zaman bir sır perdesi örülü. Daha ilk dakikalardan spoiler olabilecek bir sahneyi öylesine güzel yerleştirmiştir ki Nolan, zaten hayli fazla olan merakımızı daha da körüklemiştir.

          Prestij’in en çok sakınmamızı söylediği duygu hırstır desek yanılmış olmayız herhalde. İki sihirbazımız hırsları yüzünden birçok şey kaybedecek, birçok zorlukla yüzleşeceklerdir. Hikayenin sonunda “kazandı” denebilecek birisi oluyor elbette ama bu mücadeleyi kazanma yolunda neler feda etti bir baksanıza!

          İşin özü bu hikayede kazanan kimse yok. Aynı şekilde kahraman veya anti-kahraman denebilecek birisi de yok. Hırslarına yenik düşenler kaybetmeye mahkumdur ne de olsa.

Bu bölümden sonrası spoiler içerir.

Bir sihir numarası bu üç bölümden oluşur. Vaatte kaybedilecek nesne seyirciye gösterilir, dönemeçte kaybedilir ve prestijde geri getirilir. Ancak bu sadece sihir numaraları için geçerli değil. Nolan, filmini de bu üç bölüm üzerine inşa etmiştir. Özellikle prestij bölümünde yani filmin sonunda ağzı açık kalmayan yoktur desek çok yanlış olmaz. Angier ve Borden film ilerledikçe farklı sebeplerden dolayı ölüyorlar. Bunu dönemeç olarak kabul edersek, ikilinin arka arkaya “ölümden geri gelmesi” ise şüphesiz prestij olacaktır.

Gelelim sihirbazlar arasındaki rekabeti resmen bir savaşa çevirecek olan o gösteriye: Yer değiştiren adam. Cutler’a göre Bu numarayı yaparken Borden kesinlikle bir dublör kullanıyor olmalıydı, başka bir ihtimal söz konusu olamazdı. Aslında bu düşüncesinde pek de haksız sayılmazdı ancak o bile Borden’ın gösterisine bu denli psikopatça bağlanabileceğini tahmin edemezdi.

          Filmin başlarındaki akvaryum numarasının sırrını Borden Angier’a ve seyirciye açıklıyordu. Adam aslında kambur olmadığı halde tüm hayatını kambur gibi yaşıyor ve gösteri esnasında bacaklarının arasında akvaryumu tutabiliyordu. Borden’ın gösterisi de bu mantıktan pek uzak değil. Sahte bir hayat yaşıyor ve bütün hayatını gösterisine adamış. İkiz kardeşi ile birlikte sırayla Borden ve Fallon karakterlerini yaşıyorlar. Gösteri anında ise ikisi birden Borden oluyor. Gösteri dışında aynı kılıkla asla dışarıda görünmüyorlar, fiziksel özelliklerinin tamamen aynı olmasına dikkat ediyorlar. Örneğin ikisinden birinin Angier tarafından parmağı kopartıldıktan sonra diğerinin de kendi rızasıyla nasıl parmağını koparttığını gördük filmde. İşte sihri yaşamak budur.

          Angier bunun hayatında gördüğü en iyi numara olduğunu söylüyor ve düşünmeye başlıyor. İlk önce bir dublör kullanmayı denese de istediğini alamıyor. Dublör kullandığı zaman çeşitli sebeplerden dolayı prestij alkışını alacak kişi dublörü oluyor. Bu nedenle yeni yollar arıyor ve bu yolda ellerini pisletmeye de razı.

 

Şahsen ben filmde Tesla’yı gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Gelmiş geçmiş en büyük bilim adamlarından birisi bir sihirbaza yardım edecekti. “Kafasında ne makineler, ne fikirler vardır şimdi” diye düşündüm durdum ancak maalesef umduğumu bulamadım. Elbette klonlama fikri beni de heyecanlandırıyordu ancak bu icadın Tesla’nın üzerine yıkılmasından çok olmasa da rahatsızlık duyuyorum. En sevdiğim bilim adamı olan Tesla’nın fantastik denebilecek bir icat yapmasındansa fizik kurallarının çok da dışına çıkmadan bir şeyler icat etmesini veya bu fantastik icadı hayali bir bilim adamının yapmasını tercih ederdim. Ancak bu elbette benim fikrim, konuya dönelim.

          Tesla, kendisine asistan olarak ise Gollum’u belirlemiştir ve klonlama makinesi üzerinde çalışıyordur. Ne kadar denese de başarısız oluyor, yeni teknikler denemeye devam ediyordu. Sonunda Angier Tesla’yı tekrar ziyaret ettiğinde ise olayın aslı açığa çıkacaktır. Tesla yanılmamıştı, sadece klonlanmadan sonra açığa çıkacak yeni nesnenin yerini doğru belirleyememişti. Angier bahçedeki dağ oluşturmuş şapkaları gördüğü zaman ise filmin açılış sahnesi bir anlam kazanıyordu. İlk görüşte kimsenin ne olduğunu anlayamadığı bu sahneyi Nolan incelikle kurmuştu.

          Angier intikam ve zaferden başka bir şey düşünemiyordu artık. Klonlama makinesine girdi ve karşısında bir Angier daha buldu. Klonunu vahşice kendi elleriyle öldürdü ve artık numarası hazırdı. Borden’ın ölümüne sebep olacak yeni gösterisinin setini hazırlarken kör ve sağırlarla çalışıyordu ki sırrını bilen tek kişi bile olmasın. Sır ise şöyleydi: Angier’ın durduğu sahnenin altında bir kapak vardı ve her klonlanmadan sonra o kapak açılıyordu. Klonlanan kişi orada boğularak ölüyordu ve yeni klon alkışı kapıyordu. Ne canice değil mi?

         

Olivia’nın Angier’ın asistanı olarak başladığı hikaye onun sevgilisi olmaya kadar ilerlemişti. Hem iş hem aşkı bir arada tutabiliyorlardı. Ancak Angier’ın gözünü kan bürümüştü neredeyse. “Yeni yer değiştiren adam” numarası onunkinden çok daha başarılı olmuştu aslında ancak seyirciyi o değil dublörü selamlıyordu ve buna katlanamıyordu. Bu nedenle Olivia’yı Borden’ın yanına göndermeyi ve onun sırrını belki bu şekilde çalabileceğini düşündü. Ancak Olivia sevgilisi tarafından bu kadar değersiz görülmeyi kaldıramadı ve Borden’ın tarafına geçti. Angier onu kendi ajanı zannetse de tongaya düşürülecekti.

          Bu noktada Angier’ın mücadeleyi kaybetmesine yol açan şeyin hırs olduğunu tekrar vurgulamak isterim. Ölen karısı için yas tuttuktan sonra toparlanmaya çalışıp işine devam etseydi çok başarılı bir sihirbaz olacaktı belki de ancak o bununla yetinemezdi. İntikam pis bir duygudur ve insanın düşünmeyi bırakıp içgüdülerine göre hareket etmesini sağlayabilir. Borden’ın bu yoldaki en büyük avantajı kendisine destek çıkacak bir kardeşi olmasıydı. Ancak Angier etrafındaki herkesi kendisinden uzaklaşmayı tercih etti. Bu savaşın galibi en doğru karar verebilen, dolayısıyla psikolojisini en sağlıklı tutabilen olacaktı. O kişi ise Borden oldu ve kazandı.

          Ancak Angier’ın tamamen haksız olduğunu düşünmüyorum. Film boyunca uzun bir süre pek çok seyirci gibi ben de onun tarafındaydım ve motivasyonunu anlayabiliyordum. En çok güvendiği iş arkadaşının hatası yüzünden karısı kendi kollarında ölmüştü. Borden’a “Hangi düğümü attın.” Dediğinde Borden’ın bilmediğini söylemesi ise onu daha da sinirlendirmişti. Bu intikamı alınması gereken bir şeydi. Kısacası Angier motivasyonu kuvvetli olan bir karakter bile olsa hem Olivia hem de dublörünün ona ihaneti sonunda itibarını kaybedecek ve sonunda hakkın rahmetine kavuşacaktı.

 

Foreshadowing ileride olacak bir olay hakkında önceden haber verme, ima etme olarak tanımlanabilir. Bu konuda aklıma gelen en iyi iki örnek Dövüş Kulübü ve Prestij’dir. Filmi tekrar tekrar izlediğiniz zaman her şey daha da açığa kavuşacak, hatta kimi yerlerde “Bunu nasıl ilk izleyişte anlayamam.” Diyeceksiniz. Gelin Prestij’deki Foreshadowing örneklerine bakalım.

          Öncelikle daha önce de bahsettiğimiz açılış sahnesi. İkinci izleyişte bu sahneyi görmek daha tatlı gelmiştir her izleyiciye. İlerleyen dakikalarda klonlama deneyleri gerçekleşeceğini gösteren güzel bir imadır bu.

          Sarah Borden’ın Alfred’e söylediği “Bazen sevdiğini söylediğinde ciddi değilsin. Bunun farkında olmayı seviyorum çünkü ciddi olduğun zamanların bir anlamı oluyor.” Cümlesi de aslında hikayenin sonuna dair bir ipucu veriyor. Borden kardeşlerden bir tanesi Olivia’ya bir tanesi ise Sarah’a aşık. Bu nedenle Borden bazı günler ciddi, bazı günler ise yalandan sevdiğini söylüyor.

          Son olarak ise filmin başına dönelim. Borden’ın kuş gösterisinden sonra çocuğun ağlayarak “Peki kardeşi nerde?” demesi ise yine bir ipucu. Çünkü aslında o kafesteki kul ölüyor ve onun yerine “kardeşi” geçiyor. Borden’ın da aslında yaşadığı şey bu. O da sihir numaraları için kardeşini kullanıyor ve sonunda kardeşlerden biri ölüyor.

          Bunlar ve daha birçoğunu Prestij filmini ikinci, üçüncü izleyişlerinizde fark edebilirsiniz. Emin olun birkaç tane de kendiniz yakalarsanız filmden alacağınız tat kat kat artacaktır.

 

Filmin sonunda kimin ne kazandığına ve ne kaybettiğine de bir göz atalım.

Öncelikle Borden ile mücadele etmenin sonunda kaybettiği açık ara en büyük şeyin Scarlett Johansson gibi bir kadını kaybetmesinin olduğunu söyleyebiliriz. Şaka bir yana çevresindeki neredeyse herkesi kendisinden soğutmasını büyük bir kayıp olarak söyleyebiliriz. Bir diğeri ise kendi klonlarını öldürmek veya onlarla birlikte ölmek zorunda kalmaktır şüphesiz. Hikayenin sonunda ise son klon da ölüyor ve geriye hiçbir Angier kalmıyor.

Ancak Borden’ların kaybının da bunlardan aşağı kalır yanı yok. Öncelikle hayatta kalan Borden’ın kaybının belki de daha büyük olduğunu söylemekte fayda var. Darağacına götürülen Olivia’yı seviyordu, ancak diğer Borden’ın karısı kendini astı ve kızı ellerinden kayıp gitti. Bir aile babası için bu durumun ölümden beter olduğunu söylemeye gerek yoktur. Ayrıca bunların yanında sihirbazlığa yeni bir soluk getiren “Yer Değiştiren Adam”ı da bir daha uygulayamayacaktır. Öte yandan diğer Borden’ın ise idam edildiğini düşünürsek, bir kez daha bu hikayede bir kazananın olmadığını söyleyebiliriz.

 

Prestij filmi Nolan filmlerine gönül vermemi sağlayan filmdir ve kendisinin en sevdiğim yapımıdır. Zekice senaryosu, gerçekçi karakterleri ve şaşırtmacalarıyla harika bir sanat eseridir.

          Biraz da favori sahnemden konuşalım. Dublör Root’un alkışı topladığı ve Angier’ın göremediği seyirciye selam verdiği sahneyi hatırlarsınız. Bu sahne Robert Angier karakterinin kişiliğini muazzam bir şekilde yansıtıyor ve onun kendi klonlarını öldürebilecek raddeye nasıl geldiğini neredeyse hiç sorgulatmıyor. O bir sahne adamı, alkış onun yakıtı. Gösterisi ne kadar başarılı olsa da önemli olan prestijde seyirciyi selamlayabilmek. “Kimse kutudaki adamı önemsemiyor.” Diyor Angier ve bu dediğinde tamamen haklı. Dönemeç her ne kadar önemli bir bölüm olsa da prestijin yanına yaklaşamaz elbette.

          Uzun lafın kısası, Prestij Nolan sinemasına ayak basmak için çok uygun bir adım. Zaman ile ilgili şaşırtmacalar hoşunuza gidiyorsa Christopher Nolan filmlerini soluksuz bitireceksiniz. Hadi bana müsaade.